Yurtseverliğe ihanet

Yazamadığım iki hafta için okurlardan özür dileyerek,  sıkça karşılaştığım sorulardan birine değineceğim bu hafta: “vatana ihanet”…

Hani şu 1924 Anayasasında “hıyanet-i vataniye”, bu Anayasanın 1945’de Türkçeleştirilen halinde “vatan hayınlığı”, 1961 Anayasasında “vatan hainliği”, 1982 Anayasasının 2017 değişikliğinden önceki halinde “vatana ihanet” sözcükleriyle dile getirilen, cumhurbaşkanının (CB) suçlandırılabileceği tek konu.

Bir kere 2017 değişikliğiyle yani tek kişilik yürütmeye geçişle birlikte artık Anayasada “vatana ihanet” suçu yer almıyor. İkincisi, bu suç anayasal kavram olarak zaten belirsizdi. Üçüncüsü, belirsizliği gideren 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu, 1991 yılında Terörle Mücadele Kanunuyla yürürlükten kaldırılmıştı. Dördüncüsü, Türk Ceza Kanununda da bu kapsamda birçok suç tanımı var ama vatana ihanet suçu tanımlı değil.

Vatana ihanet zaten belirsiz ve tanımsız bir anayasal kavram olarak boşlukta duruyordu. Suçlandırılması istenen cumhurbaşkanınca işlendiği ileri sürülen suçun hangi gerekçeyle vatana ihanet sayılacağı ise TBMM’nin CB’yi Yüce Divana sevk kararında belirtilecekti. Aslında suç ve ceza gibi değil, adı olan ama içeriği olmayan bir kavram olmakla “koruyucu” olarak duruyordu.

Siyaset ve hukukun kesişme alanındaki vatana ihanet konusuna, siyasal irade harekete geçmedikçe hukuksal süreçle bakmanın, tek kişilik yönetimdeki genelleşmiş yeni cezai sorumluluğa takılıp kalmanın, hukukun ya da hukuksuz hukukun satırları içinde dolaşıp durmanın anlamı yok. Bu tür konularda hukuk ve yargı siyasal kararlılıkla anlam kazanabilir.

Burada anlamlı olan, siyasal ve akademik alandan, halktan birçok kişinin bilerek ya da bilmeyerek toplumun, devletin ve yönetimin içinde bulunduğu gerçeklikten hareketle vatana ihanet suçunu uslarında tutmaları, anımsamaları, bu suçlandırmanın yapılıp yapılamayacağını ve yaptırım uygulanıp uygulanmayacağını sorgulamaları.

Bu nedenle konunun sorular ya da tartışma konuları arasında üst sıralarda yer almasında ilk bakışta yadırganacak bir yön yok.

Hemen her gün yaşananlar, “yüksek ihanet” olarak nitelendirilen, yalnızca diğer devletlerle ya da emperyalistlerle işbirliği yaparak ülke çıkarlarını feda etmek gibi dar ve sınırlı olmayan vatana ihaneti kavram ve suç eylemi olarak anımsatıyorsa eğer yüksek ihanet inancının dolaşıp durması, zihinlerden çıkmaması abartılı olmaz.

Kaldı ki Anayasa değişikliğiyle artık yeni yönetici için suç sınırlaması kaldırıldığı halde yüksek ihanet unutturmuyorsa kendisini, bu alandaki suç ve ceza daha bir dikkat çekiyor demektir.

Hukukta bir konuya ya da kurala tek başına düşünülerek anlam verilemeyeceğinden, o konu ya da kuralın bağlı bulunduğu bütünün parçası olduğu yadsınamayacağından, zihinlerdeki vatana ihanet konusunu da Anayasadaki adı cumhurbaşkanı olan yeni yöneticinin anayasal statüsü, devletin ve ulusun birliğini temsili, yalnız yürütmedeki değil devlet içindeki tüm görev ve yetkileri, yemini, kural koyuculuğu, siyaset ve iktidardaki gücü gibi birçok konuyla birlikte bütünsel olarak değerlendirmek gerekir.

O zaman konu, yeni rejimin yöneticisinin anayasal konumunu kötüye kullanması; Anayasayı, yasaları ve CBK’leri toplumun yüksek çıkarı yerine kendisinin, siyasetinin ve belirli çıkar gruplarının lehine uygulaması ya da çifte standart uygulaması; anayasal düzeni sürdüremeyerek piyasa ve gericilik için alt üst etmesi; içeride düzeni sürdüremezken sınır ötesi hamlelere girişmesi; sınır ötesi hamlelerde uluslararası hukuku ihlali ve devletlerarası ilişkiler yerine silahlı çetelerle işbirliğine girişmesi; toplum yararı olmaksızın ayni ve nakdi zararlara, yaralanmalara ve can kayıplarına neden olması gibi devasa bir boyuta ve kaosa ulaşır.

Vatana ihaneti çağrıştıran bu işbirlikçi tavır, Korkut Boratav Hocamızın (14.2.2020 günlü soL yazısında) 2020 Davos toplantısının ana teması olarak ilan edilen “paydaş kapitalizmi” için dediği gibi bütünüyle “çıkar birliği”dir. Bu çıkar birliği “kapitalizmin özünü oluşturan işgücü-sermaye karşıtlığını artık değer kavramı ile açıklayan analizi etkisiz kılmayı hedefleyen bir çaba”yı tanımlar.

Aldatmayı, bozgunculuğu, sadakatsizliği, fırsatçılığı, satışı, kötülüğü, ayrımcılığı, güvensizliği, ağır ihmal ve ihlali kapsayan ihanet konusu mevcut düzen bakışıyla adı konsa bile tam olarak anlatılamaz, çözümlenemez zaten.

Siyasetsizliğin, hukuksuzluğun, keyfiliğin, piyasanın ve de dinsel gericiliğin bir arada yoğrulduğu sömürü kazanının içinden geleceğe yönelik somut adımlar çıkmaz, sol adına hiç çıkmaz.

Toplumcu kapsamı ve derin anlamıyla ihanetin adı “yurtseverliğe ihanet” olur ancak.

Yurtseverliğe ihanet, hukuktaki belirsiz kavramdan öte yaşamın içinde ve somuttur. Düşünce değil gerçekliktir.

Yurtseverliğe ihanet:

Doğa, insan ve toplum bütünlüğünde, bu bütünlüğü bozan her türlü sorun, eziyet, zulüm, baskı, şiddet, talan, hırsızlık, işgal, istismar, tecavüz, cinayet, katliam, satış, çıkarcılık, yobazlık, gericilik, eşitsizlik, adaletsizlik ve sömürünün yaratılması ve de işbirlikçiliğidir.

Sömürenlerin sömürülenler üzerinde kurduğu düzendir, bu düzene göz yummaktır, düzen içinde sahte ve geçici çözümlere sığınmaktır.

Meşruiyetsizliği meşrulaştırmaktır.

Sınıfsal karşıtlığı yokmuş gibi görmektir, göstermektir; tavizciliktir, uzlaşmacılıktır.

Emperyalizmi düşman gösterip kapitalist düzenin kılına dokundurtmamaktır.

Irkçılığa, dinselliğe sığınarak emeğe ihanettir, işçi sınıfına ihanettir.

İşte burada “solun yurtseverlik sınavı” başlar. Sömürenin ve haksız olanın egemenliğinin, adaletsizliğin baskın çıkmasının, insanın insana kulluğunun ortadan kaldırılmasının mücadelesi başlar.  Kemal Okuyan’ın deyişiyle (Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı, Yazılama Yayınevi), “yurtseverlik, bir ideoloji olarak, toplumsal hareketlerin kendilerini anlamlandırabilmesine, zamansal ve mekansal açıdan tarihsel süreçlere yerleştirebilmesine yardımcı olur”.

Düzen içinde ihanet kuşkusuyla yaşamak uykuları kaçırabilir ancak… İhanetin ortadan kaldırılması ve güzel günlere uyanılması için ihaneti yaratan sömürü düzeninin yok edilmesi kaçınılmazdır.