Yozlaşma çukuruna düşmeden yaşamak

Yazıya, iki yıl önce 19 Martta aramızdan ayrılan Dr. Ata Soyer’i anarak başlamak, başlığın içini doldurmak yönünden anlamlı olacak. AKP’nin, kamucu sağlık hizmeti kavramını tahrip eden, sağlığı piyasalaştıran ve sağlık için tahsis edilen kamu kaynaklarını piyasaya aktaran uygulamalarını tek tek ortaya çıkaran; bununla yetinmeyip sağlığı sermayenin elinden çekip almak için kendi sağlığından özveride bulunarak mücadele eden sevgili dostumuz, yozlaşma çukuruna düşmeden yaşamayı başaranlarla birlikte hep aramızda yaşayacak.

*  *  *      

İnsanlığın, yozlaştırılmış toplumda zorbalığın egemenliği altında yaşamaya zorlanan ya da bu yaşamı kanıksayarak başını kaldırıp tek söz söylemeyen bireylerle nereye kadar ve nasıl yol alacağı kimilerinin gündemi bile değil. Kimileri de yozlaştırılmışlık içinde kalmayı yeğleyerek yaptığı muhalefeti yeterli sayıyor.

İlkellikten ve barbarlıktan uygarlığa geçiş döneminden sonra, uygarlık görüntüsü altında yeniden ilkelliğe ve barbarlığa geçiş yaşanıyor. Hukuk tanımazlık ve keyfi devlet yönetimi de bunun örneği, barbarlığın yasasını yazıp parlamentodan geçirmeye kalkmak da…

Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’yı ihlal etmesi, İçişleri Bakanı’nın Anayasa’yı tanımaması, Hakan Fidan’nın MİT Müsteşarlığı’na dönmesi,  İç Güvenlik Yasa Tasarısı ve daha yasa çıkmadan İzmir Valiliği’nin uygulamaya soyunup insanları yan yana getirmeyi bile yasaklayacak denli garip kararı,  bunların yakın zamanlı tipik örnekleri. Sözde Valilik kararı kaldırıldı ama zihniyet değişmedi.

Tam anlamıyla, hukukta gericilik diye de tanımlayabileceğimiz bir dönem yaşıyoruz. Hukuku tanımamak, çifte standart uygulamak, çıkara uygun yorumlamak, baskı ve sınırlama hukukunu yaşatmak ve de yeni baskı ve sınırlama hukuku yaratmak gibi birçok alanda hukukta gericilik yaşanıyor. Ticarileştirilen devletin, başkanlık sistemine uygun anonim şirket yapılması için Cumhurbaşkanı tarafından oy isteniyor.   

Aynı bakış, yargıda gericiliği de koşut olarak yaşatıyor. Buradaki gericilik, hukuktaki gericiliği pekiştirme yönünde daha da anlam kazanıyor. Kural koyucuların ve uygulayıcıların, egemen sınıf için yapamadıkları ya da atladıkları konular, yargı alanında tamamlanıyor. Yargı kurumları ve mensuplarıyla oynamak bu nedenle çok önemli…

Yargının savunma ayağı, yapısı gereği yozlaşma çukuruna düşmeyenlerin çoğunlukta olduğu kesim.

Avukatlar, yargıdaki halk temsilcileri… Onlar, toplumsal davalarda savunma yaparken, Ali İsmaillerin, Berkinlerin katillerini ararken ezilen halkı temsil ediyorlar; direnişi yargıya taşıyorlar. İş ve kadın cinayetlerinin katillerini ararken piyonlarla uğraşmayıp sömürü düzenine karşı sömürülenleri temsil ediyorlar. Bir yandan da “işçi avukatlar” olarak sınıfsal mücadeleye fiilen katılıyorlar.

Yargılanmanın sav ayağında da çukura düşmeyen savcılar var.

Datça’da, Direnişe katılanlar hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararının veren Savcı, devletin, toplantı ve gösterilere müdahale etmemesini gerektiğini, uluslararası sözleşmelerden ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2004 yılında verdiği bir karardan destek alarak açıklıyor. "Devlet bir yandan geçerli bir neden olmaksızın toplanma özgürlüğünü ihlal etmekten kaçınırken, diğer yandan da bu hakkın kullanılmasını sağlamak için gereken önlemleri almak zorundadır" diyor. Ayrıca, "düşünce ve ifade özgürlüğünün sadece toplumda beğenilen, kabul gören, zararsız ve kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerli olduğuna" dikkat çekiyor.  

Çukura düşmeyen yargıçlar var.

Berkin Elvan için yapılan gösteri sırasında karayolunu işgal ettikleri ve trafiği aksattıkları iddiasıyla kesilen para cezasına itirazı inceleyen Çanakkale yargıcı, Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ni anımsatarak, izinsiz gösteri yürüyüşü diye bir suç olmadığını, gösteri ve yürüyüş için izin gerekmediğini, izin gerektirmeyen bir faaliyet için suç tanımlamasının hukuka uygun olmadığını söylüyor. Güvenlik birimlerinin görevinin, gösteriyi engellemek değil, gösterinin düzenli ve güvenli şekilde gerçekleşmesini sağlamak olduğunu belirterek; gösteri yapanların, bir çocuğun öldürülmesine karşı düşüncelerinin ifade şekli olarak gösteri yaptıklarını, bu eylemin bir hak ve özgürlük kullanımı olduğunu, bu nedenlerle de idari para cezasının ortadan kaldırılmasını karara bağlıyor.

AKP tarafından potansiyel suçlu olarak görülmeye aldırış etmeyen, yozlaşmanın çukuruna düşmeyen emekçiler, aydınlar, sanatçılar, bilim insanları, yazarlar, gençler ve daha niceleri var. 2015 yılında da Çanakkale’den emperyalizmin geçemeyeceğinin mücadelesini veren komünistler var.  

Onlar yozlaşmadan yaşanabileceğini ve daha da önemlisi bu tür çukurların olmayacağı yaşam şeklinin olanaklı olduğunu anlatarak ve mücadele ederek yaşıyorlar. Yalnızca zorbaların ve gericilerin değil, Birleşik Haziran Hareketi’nin seçimlerle ilgili tutumuna karşı alınan tavırda da olduğu gibi, aklını henüz karanlığa teslim etmemiş ya da etmediğini savunan kimi kesimlerin de eleştirisine hedef oluyorlar.

“Ülkenin ve insanlığın aydınlık geleceği”, sosyalizmin dışarıda bırakıldığı uzlaşmacılıkla değil,  düşüncelerin ve emeklerin sosyalizme adanmasıyla belirlenecek.