Yine bir sandık buluşması: Maskeli balo

AKP’nin 2002’den bu yana süren iktidar tarihine, bu tarih içindeki genel ve yerel seçimlere, halkoylamalarına bakılınca, yine “demokrasi ve seçim” sözcüklerine sarılmasında hiç şaşırtıcı yan yok.

Türkiye’yi emperyalizmin kucağına oturtup, sömürü ve gericilik batağının, savaş ateşinin dibine yolladığı halde bugüne kadar yaptığı her seçimden sıyrılıp çıkan ve iktidarını sürdüren, üstüne de dayanağı olan Anayasayı tepetaklak ederek başkanlı rejimini getirip uygulayan bir siyaset için “demokrasi de benim, seçim de” demesinden daha olağan ne olabilir ki.

Hadi siyaset yelpazesinin AKP’ye yakın partilerini bir yana koyalım, kendilerini AKP’nin muhalifi gören, kendilerine sosyal demokrat diyen, “sol” sözcüğünü kullanarak ayakta durma kurnazlığını gösteren siyasal partilerin AKP’nin tüm oyunlarını ve kaçaklarını kabulle birlikte, hâlâ “demokrasi ve seçim” kandırmacasında konu mankeni olmaya devam etmesi de şaşırtıcı değil.

“Aynı siyaseti farklı partilerle yapma” işine “aslı dururken sahtesi kazanamaz” da deniliyor. Demokrasi sahte sahnesinde seçim oyunu oynanıyor; AKP dışına da konu mankenliği kalıyor.

İktidarı elinde tutan rol çalmaya izin verir mi?

Gıda fiyatları yüksekse, al sana tanzim satışları… Katlar yüksekse, al sana kat sınırlaması… Kaçak binalar çöküp insanlar yaralanıyor, hayatlarını kaybediyorsa, al sana yandaki binayı tahliye edip yıkmak… Dincilerin yobazlığı azgınlaşıyorsa, al sana “müslümanlık bu değil”… Kültür ve sanat aşağılanıyorsa, al sana külliye sanatçıları… Cemaatçiler darbe girişiminde bulunduysa al sana tarikatlar…

Say say bitmez. Bitmez ve iktidar için her yol geçerlidir. Ama her yol tek yol için, kapitalist düzen için geçerlidir.

Medeni Hukuk hocamızı sıkıştırırdık, aydınlanmayı ve laik hukuk anlayışını anlatırken; “ya uymazlarsa… ya uymazlarsa” diye uzatır dururduk. Sonunda pes eder “insan olan, insan aklına ve insanlığa inanan uyar çocuklar” derdi.

İnsan olan utanmaz mı kendi yarattığı krizin içine yerleştirdiği tanzim satış kuyruklarından ya da kendi imar aflarıyla ve göz yummalarıyla ortaya çıkan yıkımlardan, yaşam kayıplarından; kendi düzenindeki işçi cinayetlerinden. Ne utanması, sınıfsal aidiyetleri öyle…

Düzen partileri de aynı durumda, asıl aidiyetleri kapitalist/emperyalist düzene. Biraz sosyallikle kandıracaklarını sanıyorlar.

Hem Batıyla, emperyalizmin kurum ve kurallarıyla yaşamaya devam edeceksin hem de iktidara karşı olacaksın.

Hem ekonomi politiği sömürü olan kapitalist düzende yaşamaya razı olacaksın hem de batan işyerlerinden, konkordato ilan eden şirketlerden, işsizlikten, yoksulluktan, eşitsizlikten, adaletsizlikten şikayet edeceksin.            

Hem liberalizmi, hür dünyayım diyen ABD’yi baş tacı edeceksin, böylece özgür yargıyı benimseyeceksin hem de “bizim yargımız aynı konularda nasıl farklı kararlar” veriyor diye yakınacaksın.

Şimdi düzen partilerinin yerel seçim kavgalarına bakınca, “güleriz ağlanacak halimize” dedirterek tutsak edildiğini, kandırıldığını görüyoruz seçmenin. Kent rantlarını paylaşım yarışındalar.

İşte bütün mesele bu düzeni, oynak/kaypak siyaseti analiz ederek hem ayakta durabilmekte hem de seçimlere katılabilmekte. “Bu düzen değişmeli” diyenlerle, “bu düzenle devam” diyenler arasında sürüyor mücadele.

“Krizin sorumlusu halkımız değildir. Krizin sorumlusu ülkeyi yönetenlerdir”.

Yukarıdaki sözler AKP’nin 2002’deki seçim bildirgesinde geçiyor, önceki koalisyon dönemlerini tanımlamak için… O günden bugüne yönetimdeler ve toplumu her yönüyle krize sürüklediler. Şimdi seçime giderken başka bir parti gibi konuşuyorlar.

Öyle değil mi AKP; krizin sorumlusu halkımız değildir, piyasacı ve gerici düzen ve onu yönetenlerdir.

Öyle değil mi düzen muhalefeti; krizin sorumlusu halkımız değildir, 16 yıldır ülkeyi yönettiğini sananlara grup toplantılarında ve seçim dönemlerinde söz atıp, sandıktan sandığa hesaplaşmaya kalkıp, sonra da meşruiyet kazandıranlardır.

Haziran Direnişi bile sandığa hapsedilmedi mi?

“Düzen sandığı”nın ezilen ve sömürülenlerin umudu olduğu kandırmacasıyla, piyasacı ve gerici düzenin gemisinde al gülüm ver gülümle maskeli balo oynanıyor.

Oradalar hep, liberaliyle, sosyal demokratıyla, milliyetçisiyle, dincisiyle, mezhepçisiyle, tarikatçısıyla, kadın ve çocuk düşmanıyla, hırsızı ve katiliyle hepsi bir arada.

Nâzım Usta’nın deyişiyle; ümidin düşmanları; akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanları; Bursa'da havlucu Recebin, Karabük fabrikasında tesviyeci Hasanın düşmanları; fakir-köylü Hatçe kadının, ırgat Süleymanın düşmanları; senin düşmanların, benim düşmanlarım, düşünen insanın düşmanları; vatan ki bu insanların evidir, vatanın düşmanları... Hepsi orada.

Egemen sınıf yerel yönetimleri kapitalist/emperyalist düzenin ikizi yapmayı becerdi, şimdi de başkanlı rejim için adaptör olarak kullanmaya hazırlanıyor. Krizlerini, başkanlık genel ofisi ve yerel yönetimler birlikteliğiyle aşmaya çalışıyor. Kent ve siyaset ilişkileri, siyaset ve kapitalizm ilişkileriyle özdeş.    

Tabii ki aynı gemide değiliz.

Tabii ki uzlaşmanın değil sınıfsal mücadelenin gemisindeyiz.  

Emekçi halk, aydınlar, sanatçılar ne zaman sömürücülerin maskeli balosunu terk ederek, onların maskelerini düşürüp saltanatlarını sarsarak sınıfsal mücadele yolculuğuna katılır; işte o zaman “ve elbette ki, sevgilim, elbet, / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet…”