Yıkanmamış elle yemek yeme*

“AKP suçları” başlığı altında çalışma yapılacağı zaman, suç ve ceza hukukunun içinde epeyce dolaşılması gerekir.

İş cinayetlerinden çocuk ve kadın cinayetlerine, siyasi cinayetlerden katliamlara, polis şiddetinden kışkırtılmış yandaşlara, savaş suçlarından insanlığa karşı suçlara, görevi kötüye kullanmaktan yolsuzluklara, epey suç başlığı bulunur. İşin bu bölümünde hızlı ilerlenir ve çizelgeler uzar gider. Nasıl hızlı ilerlediğinize ve amacınıza ulaştığınıza, biraz da gülümseyerek şaşırırsınız.

Çalışmanızın ikinci bölümü, yani 2002 sonundan bu yana iktidarda olan bir partinin suçlar çizelgesinin fiili durum sütunu sizi daha çok şaşırtır. Çünkü çoğunluğu boş geçer, gereği yapılmamıştır. Ya da başlanan soruşturmalar bitirilememiştir.

Aynı çizelgeye onüç yıllık seçim takvimini ve seçime giren diğer düzen partilerinin AKP’ye yüklenme başlıklarını eklerseniz, sizin bulduğunuz başlıklarla çakıştığını görürsünüz. Seçim propagandasını yaparken AKP’ye yüklenen partiler, AKP suçlarına değinmiş ama seçimden sonra gereğini yapamamış ya da yapmak istememiştir.

Çizelge, 7 Haziran’a böyle gelmiş, 1 Kasım’a da böyle devretmiştir. Bu devir, Suruç ve Ankara gibi katliamları da eklemiştir hanesine.

Sümerler, “yıkanmamış elle yemek yeme” derken dümdüz temizliği kast etmişler. Bu temizliği siyasete ve yönetime taşırsak, yine dümdüz “pislikleri temizlemeden siyasete girip iktidara soyunma” anlamı da çıkar.

Türkiye örneği, tersini veriyor. Her seferinde pislikler sayılsa da temizlenmeden siyasete devam ediliyor; seçim, temizleme yanılsaması olarak kullanılıyor. Zorda kalınınca da yargı, adalet yanılsamasıyla imdada yetişiyor.

Ya da Türkiye’de elleri yıkamak farklı bir sonuç doğurmuyor. Eller yıkansa da kirlilik devam ediyor, hükümetteki parti devam ediyor, yozlaşmış düzen devam ediyor.

Kirli eller, kirli elleri seçimden seçime anımsayanlar -1 Kasım için böyle bir anımsama da yok- ve kirli ellerle aynı parlamentoda ayrı parti adlarıyla yapılan düzen siyaseti birlikteliği…

AKP, nasıl düzeni kendi kirlenme ve yozlaşma alanlarıyla birlikte sürdürmek istiyorsa, temizlik için parmak oynatmayanlar, hatta koalisyon hesapları yapanlar da düzeni temizlemek istemiyor. Kimi eller yıkanmakla temizlenmiyor, kimi yıkanan eller temizlense bile küf bağlamış beyinler temizlenmiyor.

7 Haziran ile 1 Kasım’ın, daha çok batağa gömülme dışında farkı yok. Etnik sosa bulanmış para ve din birlikteliği yine egemen, yine egemen…

Cinayetler yerine katliamları konuşur olduk. Katliamlar, kimi bakanları ve bürokratları sorumlu gösterme ya da istifaya davet etme ile sınırlı oldukça, düzenin hukuku ve yargısı içinden birkaç olumlu karar yakalanmasıyla avunuldukça, AKP ve sermaye düzeninin temize çıkarılmasına da destek verilir.

Mevcut hukuk düzeni, birkaç kişiyi bireysel olarak sorumlu tutacak yolları gösterse ve yargının da kısmi desteğiyle şikayetleri sonuçlandırsa da, özünde sermaye iktidarının ve siyasi iktidarın bütünsel sorumluluğunu temize çıkarmayı kendi içinden bulur çıkarır.

Bir bürokratın, savcının ya da yargıcın sorumluluğunun, hatta bir bakanın sorumluluğunun onaylanması, şikayetçiyi olduğu kadar düzenin sahiplerini de rahatlatır.

İş, çocuk, kadın, siyaset, devlet şiddeti, terör, savaş… Hangi başlık altına yerleştirilirse yerleştirilsin cinayet ve katliamlarda akan kanların üzerine kurulacak hiçbir parlamento ve onun içinden çıkacak hiçbir hükümet bu kanlı sömürü düzeninin parçası olmaktan kurtulamaz.

Tabii ki yemekten önce eller yıkanmalı, tabii ki hukuksal yollar denenmeli, tabii ki yargıda adalet aranmalı… Ancak, yenilen yemekten solunan havaya, mücadeleyle kazanılmış hukuktan emeğin ve emekçinin haklarına kadar her alanda sömürüyü kendisine hak gören düzen asla unutulmamalı, hedef dışına çıkarılmamalı.

Akan kanların ve hırsızlıkların hesabı gerçek adresine yönlendirilerek sorulamazsa, o sömürü düzeninin parçası olan bir muhalefetle ve “ama ellerimizi yıkadık” demekle yetinilir.

*Sümer atasözü, Muazzez İlmiye Çığ.