Yargılamada dinselleşme

“Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” çağrısıyla başlayan ilk atış, farklı mücadele alanları ve yöntemleriyle “devinen organizmaya” dönüşme yolunda hızla ilerliyor. Hukuk ve yargı da, düzenin meşruluk kılıfı yönünden önemli mücadele alanları ve yöntemleri arasında… Ve her ikisi de dinselleşme konusunda birçok alt başlığı taşıyor.

Geçen hafta “dinselleşme ve hukuk” yazısıyla genel bir giriş yaptık. Bu hafta yargılamanın biçimsel yönleri arasında birkaç konuya değineceğiz.

Burada, sermaye sınıfının egemenliğinde yargı bağımsızlığının içeriğini, yargının sınıfsallığını sorgulamadan, tarihsel süreç içinde kazanılan evrensel yargılama ilkelerini esas alacağız. Kısa ve genel anlatımla, yasama, yürütme, yargı organları ve tüm anayasal oluşumuyla devletin, siyasetin ve toplumun, özetle maddi toplumsal yaşamın, her türlü etki ve baskısından arındırılmış bir yargıdan söz edilir bağımsızlık denilince.

Yargıda, maddi yaşamın her türlü etki ve baskısından arındırılma söz konusu iken manevi yaşamın etki ve baskısının varlığından söz dahi edilemez.

Yirmi yıl önceye gidelim. O zaman yürürlükte olan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (CMUK) "Tanığa İlk Defa Sorulacak Şeyler"i düzenleyen 61. maddesinde, tanığa tanıklığından evvel adı, sanı, yaşı, işi ve ikametgâhı ile birlikte "dini"nin de sorulması esası benimsenmiş idi. Düzköy Asliye Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak anılan maddedeki "...dini..." sözcüğünün iptali isteminde bulundu.

Anayasa Mahkemesi istemi görüştü ve “…dini…” sözcüklerinin Anayasa’nın 2. Maddesi ile 24. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı olduğuna ve iptaline karar verdi (AYMK., 2.2.1996 günlü, E.1995/25, K. 1996/5).

AYM’nin kararında:

“İtiraz konusu kuralda, tanığa sorulacak sorular arasında dininin de yer alması öngörülmekle, kamusal ilişkilerde dinin, belirleyici bir rol oynaması olasılığına yol açılmaktadır. Oysa lâik devlette dinin her türlü etki ve el atmanın dışında bırakılabilmesi, onun sadece kişilerin iç dünyasına ilişkin bir olgu kalmasıyla olanaklıdır. Bu gerçeğin, kişilerin istekleri dışında yasal bir zorunluluk olarak dinlerini açıklamaları sonucunu doğuran kural ile açık bir çelişki yarattığında duraksamaya yer yoktur” denilerek, incelenen Yasa kuralında yer alan ‘…dini…’ sözcüğü, Anayasa'nın 2. maddesindeki lâiklik ilkesine aykırılık saptandı.

Ayrıca, “İtiraz konusu kuralda olduğu gibi, dininin sorulması, kişinin isteği dışında bu inancını açıklaması sonucunu doğuracağından Anayasa'nın 24. maddesinin üçüncü fıkrasına açık bir aykırılık oluşturacaktır. Kişilere dinleri ile ilgili olarak sorulan soruların yanıtlanmamasının bir yaptırıma bağlanıp bağlanmaması da bu sonucu değiştirecek nitelikte değildir. Çünkü yasa buyruklarına uyma zorunluluğu hukuk devleti ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu durumda, itiraz konusu kuralın, tanıklık yapan kişileri dinlerini açıklamaya zorlayarak, din ve vicdan özgürlüğünü zedelediği açıktır” gerekçesiyle "…dini…" sözcüğü Anayasa'nın 24. maddesine de aykırı bulundu.

Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı kimilerince eleştirilse bile tanınmamazlık ve uyulmamazlık yapılmadı. O tarihten bu yana, ne önceki CMUK değişikliklerinde ne de 2005’de yürürlüğe yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda tanığa dinini soran düzenlemeye yer verilmedi.

Ancak, yargılamada dinselleşme, tanığa dinini sorma örneğinden çok öte bir yere geldi oturdu. Mahkeme koridorları, dinsel simge olarak kullanılan türbanlı avukat, yargıç ve adliye çalışanıyla doldu. Koridorları geçtik, avukatlar türbanla duruşmalara girdi, yargıçlar türbanla adalet dağıtmaya kalkıştı. Mahkemelerde, bağımsızlık/tarafsızlık ilkeleriyle ve adil yargılanma hakkıyla adalet arayanlar, karşılarında dinselleşmiş yargı mensuplarını bulmaya başladılar. İstanbul’da bir yargıç türbanıyla duruşma yaparken görüntülenerek haber olmuştu, kısa sürede türbanlı yargıç sayısı ikili hanelere fırladı.

Dahası, AKP’ye yakın olmayı görev addeden ya da AKP gazabından kurtulmak isteyen, Adalet Bakanlığı’na bağlılıklarını abartan yargı mensuplarının sayıları artmaya başladı. AKP yanlılığını saklamayan bir dernek bünyesinde örgütlenme ile prim yapılma yoluna gidildi. Dahası, AKP yandaşı olmayanlar “cemaat” gibi bir dinsel yafta ile cezalandırılmaya başladı.

Şu ana kadar, türbanlı yargıç tarafından görülen bir davada taraf olanlarca yapılmış bir itiraz ya da ret duymadık. Ancak, türbanlı avukata karşı çıkan yargıçların soruşturma geçirdiğini gördük. Aynı zamanda Yargıçlar Sendikası Başkanı da olan yargıç Mustafa Karadağ, dinsel simgenin yargılamada baskı aracı haline getirilmesine karşı çıkarak türbanlı avukatın girdiği duruşmayı ertelerken, aynı olaylar nedeniyle üç ayrı soruşturma geçirdi ve dinsel simge kendisine karşı kullanılarak yakın tarihte kınama cezasına çarptırıldı.

Yargılamada dinselleşme, yargıyı “dinci zenginlerin kullanışlı araçları” haline getirmede en etkili yöntemlerden biri. Yargı kararlarında dinselleşme ise daha derin incelenmesi gereken bir konu.

Suskunluk arttıkça, karşı atak gelmedikçe, dinselleşme etkisini artırmaya devam edecek. Karşı atak, öncelikle dinselleşmeye hapsolmamaktan, yönetsel, siyasal ve toplumsal tüm yaşam tarzını ve ilişkileri dinsellikten arındırmaktan geçiyor. Karşı atak, sermaye düzeninin ve gericiliğin örgütlü mücadeleyle yıkılması hedefinden geçiyor.