Vahim sona doğru

Demokrasinin “kişisel iktidar” amaçlı kullanılması tarihine yeni sayfalar eklenirken, “demokratik baskı/şiddet iktidarı” denilebilecek bir rejimin örnekleriyle dolu veri tabanı genişledikçe genişliyor.   

Türkiye, kurtuluş ve kuruluşla başlayan cumhuriyet tarihinin, parlamenter rejim birikiminin, laik hukuk devletinin, temel hak ve özgürlüklerin gerisine düştü. Bu düşmüş hali, kaosu ve savaşıyla birlikte yeni anayasasına yerleştirmeye girişen AKP’nin peşinde oyalanıp duruluyor. Oyalamaya büyük katkıyı da içinden hükümet çıkaramayacak, gücünü kaybedecek ve işlevsizleşecek olan parlamento yapıyor.

TBMM İçtüzüğüne sıkışıp kalarak, zamana oynamak dışında yapılan bir şey yok. Anayasa önerisinin maddeleri Anayasa Komisyonunda gürültü içinde geçiyor. AKP galip iken, muhalefet partilerinden biri büyük ölçüde yanında, diğeri gözaltı ve tutuklamalarla meşgul iken, hâlâ zamana oynayan anamuhalefetle maç sürüyor. Hızlı ya da yavaş, sonunda parmaklar kalkıyor. Dedikodu furyası, Meclis’te MHP’li milletvekillerinin, halkoylamasında da MHP seçmeninin tavrına odaklamış. Vay memleketin haline…

Demokrasi kavramının sihrine kapılıp gidilerken, son noktayı koyacak gücün AKP olduğu biline biline, Komisyonda yapılan konuşmalarla ya da basın açıklamalarıyla yetinmek… Şu an yapılan bu… TBMM Genel Kurulunda da farklı şeyler yaşanmayacak.

Ondört yıllık AKP iktidarında hangi anayasa değişikliğinde farklı durum yaşandı ki? Anayasa yok, halk yok. Sonunda halka soracaklarmış; bu da anayasa yapımına katılımın kandırmacası…

Oysa demokrasi denilen şey, yalnızca siyaset filminin “the end” yazan bitiş ekranı değil, içinde siyasetin de olduğu bütünsel yaşam biçimi. Bu yaşam biçimi de tumturaklı sözcüklerle ya da kurallarla değil, eylemle somutlaşır.

Demokrasi kurumların ya da kararların hukuksal oluşma süreci ile sınırlı da değil. Hukuksal süreçten önce de sonra da devam eder. Bu bütünsellikte, yalnızca seçme ve seçilme hakkı, oy kullananlar ve devlet organları ya da çoğunluk-çoğulculuk tartışması yok. Hem bireysel hem de toplumsal tüm hak ve özgürlüklerle, siyasi partiler, sendikalar, dernekler ve meslek kuruluşlarından oluşan geniş bir demokratik kitle örgütü ağı var. Toplumun bu bütünsellik içinde yaşaması var.

Burjuva demokrasisinde hep ikilemle karşılaşıyoruz. Çoğulculuk ve katılım çalışıyor gözükse bile sonuçta ortadan kalkıyor, çoğunluk esası geliyor. Demokrasi kendisini “oylama”ya teslim ediyor. Tez ve antitez senteze dönüşmeden parmak hesabına teslim olan demokrasi, kendi kendini kemirmeye başlıyor. Karar alma anı, diğer süreçleri silindir gibi ezip geçiyor; nicelik niteliği eritiyor.

Komisyonda görüşülen anayasa değişikliği, sıklıkla vurguluyoruz, rejim değişikliği… Bu nedenle Kurulu Meclis bu değişikliği yapamaz. Diyelim ki yapmaya kalkıştı, be sefer de Anayasa’nın 2. maddesindeki cumhuriyet niteliklerini ve demokratik hukuk devletini değiştirdiği için sakatlık doğar.

Demokrasi, Anayasa değişikliğiyle birlikte siyasetten ve organlarından koparılıp tek kişiye teslim edilecek. İçinden hükümet çıkaran parlamentonun ve bağımsız olması gereken yargının biçimsel olarak yer aldığı, “cumhurbaşkanı hükümeti” kavramına saklanmış “tek kişi” hükümeti, “devlet” olacak; siyaset olacak…

Ne gam, seçim var ya, o tek kişi sandıktan çıkacak ya… “Demokratik kapitalizm” denilen düzenin hiç kaygısı yok; Onlar ABD demokrasisini çok severler.

Sınıflı toplumun sınıflı demokrasisi, hangi kurum ya da kuralını çalıştırırsa çalıştırsın, ne yaparsa yapsın yanılsama: sınıfların, sömüren ile sömürülenin uzlaşması uğruna kurulu düzene hizmet ediyor. İşin özü bu; “demokrasi piyasası”nın kapitalist/emperyalist pazarda serbestçe çalışması… AKP gericiliğinin “saltanat güncellemeleri” de, demokrasi adına, piyasayı sevenler buyursun gelsin diye satışa çıkarılıyor.

Konuyu Marx’a soralım dedik, kısa ve iğneleyici bir yanıt geldi:

“Anayasa, ulusal meclis, hanedan partileri, mavi ve kırmızı cumhuriyetçiler, (…) kürsüden gelen gök gürlemesi, günlük basının şimşekleri, tüm literatür, politikanın ünlü kişileri ve adı bilinen aydınlar, medeni hukuk, ceza yasası, ‘özgürlük, eşitlik, kardeşlik’; (…) bütün bunlar, düşmanlarının bile bir büyücü saymadıkları bir adamın okuyup üflemesiyle, sanki büyü yapılmış gibi ortadan kayboldular. Genel oy hakkı, dünyanın gözleri önünde kendi vasiyetini kendi eliyle imzalamak ve halkın kendisi adına varolan her şeyin yokolmayı hakkettiğini ilan etmek için, bir an daha hayatta kalabilmiş gibi görünüyor.”*

İnsanlık adına öyle konular var ki, onların yıkımına karşı muhalefet etmek yetmez, burjuva demokrasisinin kurum ve kuralları yetmez; aynı konuda aynı çatı altında çalışmak bile yıkıma yarar. Fiilen ve inançla mücadele gerekir, eylem gerekir; gerçek demokrasi gerekir. Cumhuriyet de bunlardan biri: sözlerle ve parmaklarla değil, emekle yaşatılır.

Bugünün Türkiye’sinde sağ ve düzen içi sol muhalefetten oluşan burjuva sınıfı siyasi koalisyonu, adını cumhuriyet(!) koydukları tek kişilik devleti, işlevsiz figüranlarla birlikte adım adım anayasallaştırmaya ve hukuksal meşruiyete kavuşturmaya çabalıyor. Cumhuriyeti, elbirliğiyle yıktılar, saltanat/hilafet yönetimini elbirliğiyle kuracaklar.

Yağma Yok Sosyalizm Var.

___________________

*Türkiye’deki fiili durum ve anayasa değişikliği üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılan başkanlık rejimi değerlendirilirken, Karl Marx’ın Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i bir kez daha ve/veya mutlaka olmalı.