'Ubuntu'

Bir sohbetimizde anlatmıştı Prof. Dr. Ali Murat Özdemir hikayeyi:

Günlerden bir gün, Afrika’da çalışan bir antropolog kabilenin çocuklarına oyun oynamayı önerir.

Oyun basittir. Çocukları belirli bir yerde yan yana sıraya dizer ve açıklar: “Herkes karşıdaki ağaca kadar tüm gücüyle koşacak ve ağaca ilk ulaşan birinciliği kapacak. Ödülü ise yine o ağacın altındaki güzel meyveleri yemek olacak”.

Çocuklar oyuna hazır olunca, antropolog oyunu başlatır. O anda bütün çocuklar el ele tutuşur ve beraberce koşarlar. Hedef gösterilen ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar.

Antropolog şaşırır ve çocuklara neden böyle yaptıklarını sorar. Aldığı cevap hayli manidardır; “Biz ‘ubuntu’ yaptık. Yarışmış olsaydık, aramızdan sadece bir kişi yarışı kazanacak ve birinci olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül meyveyi yiyebilir? Oysa biz ‘ubuntu’ yaparak hepimiz yedik”. 

                                                       ***         

Ubuntu, Güney Afrika'da "ben, biz olduğumuz zaman ‘ben’im" demekmiş. Kelime karşılığı da "insanlık"; “insani değerlerin kabulü”… Kısacası, gelecek için, umut ve mutluluk için, eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş toplum için, adaletli dünya için “ben yerine biz”…

Kulvarı genişletirsek, “insanlık düşmanları”nı defetmek, onlardan kurtulmak ve hesap sormak amacıyla “ben”ciliği terk etmek, kolları birlikte sıvamak, paylaşmak, ortaklaşa hareket etmek, ele ele vermek, birlikte adım atmak da ubuntu kapsamına girer.

Somut durumun somut analizi gerekiyor ama “neden”i, “ne yapmalı”yı “nasıl yapmalı”yı da sormak gerekiyor. Somut hareket, somut eylem olmadan analiz yerinde sayıyor.

Ubuntu hikayesinden örneklersek, antropolog tarafından önerilen oyuna, “biz bu oyuna katılmayız ya da biz eylemimizi tek tek yapmayız” gibi tavırlarla hareketsiz kalan çocukların pasif eylemi, el ele tutuşup koşmak ve meyveleri birlikte yemek kadar anlamlı olamazdı.

Çalıştırılmadan, hareket kazandırılmadan, eyleme dönüştürülmeden ortaya atılan her düşünce yerinde sayar; yerinde saydıkça da geriler ve düşmanlara desteğe yönelir. Kuram tabii ki önemlidir ama gerçeğin ölçütü pratiktir. Evrim kuramı, “doğaya ve insana yaklaşımı kökten” değiştirirken maddi zemin, tarihsellik, toplumsal ilişkiler, gerçek ve bilim bütünselliğiyle yaşıyor ve yaşamın parçası oluyor. Bu nedenle de saldırılıyor; ne kadar saldırılırsa saldırılsın, “canlılığın zaman içerisindeki değişimini ifade eden evrim”in yok edilmesi olanaksız.*

Başka bir alan açarsak, Cumhuriyet’in, Aydınlanma’nın, laikliğin, yurtseverliğin siyasal ve ekonomik bağımsızlığın ayaklar altına alınmasına; siyasetin, devletin ve hukukun bir avuç çıkarcı/gerici/sömürücü tarafından kullanılmasına; ekonomik ve toplumsal eşitsizliğin ve adaletsizliğin tavana vurup emekçi halkın ezdildikce ezilmesine; sağlık ve eğitimle birlikte tüm kamusal alan ve hizmetlerin özelleştirilip piyasaya teslim edilmesine… özetle şikayet edilen, sıkıntı çekilen her işlem ve eyleme karşı bireysel ya da birkaç bireyselle yanıt vermekle, yalnızca tepki göstermekle sorunlar çözümlenmiyor. Ya da düzen partilerinde örneklendiği gibi “örgütlüyüm” deyip yalnızca konuşmakla da sömürü ve gericilik saf dışı bırakılamıyor.

Bilimi varmış gibi göstererek “bilinmezlik” ve “kült” üzerine kurulu bir siyaseti toplumun üzerine salanlarla, gerçeği altüst edenlerle, emekçinin ve toplumun aklını kendi akıllarıyla yönlendirip yönetmeye kalkanlarla,  onlar gibi davranarak savaşılmayacağı ayan beyan ortada.  

“Madde”den “bilinç”e, “düşünce”ye ve “hareket”e diyalektik geçiştir bunun anlamı. Ekonomide, kültürde, sanatta, eğitimde, siyasette ve toplumsallıkta, “örgütlü mücadele”yle sessizlik ses olur; düşünce eyleme, soyut somuta dönüşür. Bu mücadelenin en iyi yapıştırıcısı ise “devrimci ahlak ve disiplin”dir.  

Ne Cumhuriyet’in ne Aydınlanma’nın ne de sınıfsal mücadelenin ılımlısıyla çözülebilir sorunlar. Bunu dünya tarihi bize gösterdi, Türkiye’de fazlasıyla yaşıyoruz. Biliyoruz ki ılımlıyı ya da ayaklar altına alınanları görüp “başkaları uğraşsın” diyerek pasif davranmakla olmuyor.

Çiçeği koklamayı sevmek ama çiçek yetiştirmemek gibi bir pasiflik bu… Bir süre sonra koklayacak çiçek kalmıyor; kalsa da size koklatmıyorlar, size bırakmıyorlar mutluluğu, huzuru, sağlığı ve yaşamı…

Çocukları, gençleri sevmek, onların laik ve bilimsel eğitim ve öğretimle yetişmesini istemek de öyle… Ortada laik ve bilimsel eğitimin yok edildiği somut saldırı var. Bu saldırıyla mücadele etmemek, pasif kalmak, ne akıl ve bilim bırakacak ne de geleceği kuracak çocuk ve genç olacak etrafımızda. Sömürü düzeni kendi çocukları dışında kalanları kul yapacak ki kendilerine hizmet eden sadık köle olsunlar…

Karanlığa teslim edilen her çocuk ve genç, arkasından tüm toplumu karanlığa sürükleyecek. Amaçları açık, insanların karanlık dünyasında sermayenin aydınlığını yaşamak.

Emekçilerin bir kesiminin sermaye ve gericilik tarafından teslim alınmasıyla işçi sınıfının yok edileceğini sananlar nasıl yanılıyorsa, çocuklarımızın daha bebeklikten başlayarak teslim alınmasıyla insanlığın karanlığa sürükleneceğini sananlar da öyle yanılıyor. İşçi sınıfı sermaye tarafından yok edilemeyecek, Aydınlanma da işçi sınıfıyla gerçeğe kavuşacak.

“Yığınların körü körüne kanıcılığı nedeniyle yerinde sayan”** sözde mücadeleyle ilerlenemez, sonuç alınamaz.

Piyasa ve gericilik sarmaş dolaş iken, Sovyet Devrimi’nin 100., Türkiye Cumhuriyeti’nin 94. yılındayız.           

Örgütlü mücadeleye, devrimci ahlak ve disipline inanarak; somut durumun somut analizini yapıp somut eylemlere beynini ve emeğini koyarak hedefe ulaşılacağını biliyor Türkiye Komünist Partisi ve karanlığı yenme iradesini ortaya koyuyor. Bu iki tarihsel olayı ve devamını öyküleştiren kutlamalara (28 Ekim, İzmir Fuarı Atatürk Açık Hava Tiyatrosu, 19.00) bu irade ve inançla çağırıyor halkımızı.

“Sosyalizm Aydınlanmaya Çok Yakışacak”, “Sosyalizm Cumhuriyet’e Çok Yakışacak”…

*        “Gericiliğe Karşı Aydınlanma Mücadelemiz”i anlatan “Yeni Bir Aydınlanma İçin”(Yazılama Yayınevi, 2017) kitabımızın okurlarına yine Yazılama Yayınevi tarafından yayımlanan “Evrimin Işığında” (2016) kitabını öneriyoruz.

**Lenin bu sözleri devrim için şöyle kullanıyor: “Yığınların körü körüne kanıcılığı nedeniyle yerinde sayan bir devrim, ileri götürülemez”.