Tezkere ve uluslararası…

Fiili durumun üstüne gelip yerleşecek olan hukuk, sırası geldiği zaman devreye sokulur. İşte şimdi de “tezkere” gündemde…

Sınır ötesinden sınır içine, sınır içinden sınır dışına -canlı cansız- her türlü hareket serbest oldu. Bu başıbozukluğa karşı ulusal/uluslararası kurallar çalıştırılmadı. Fiili durum sürerken üstü bir kez daha hukukla örtülmeye çalışılıyor.

Irak ve Suriye sınırında durum budur. Bir adım içeride ve ötesinde IŞİD vakası da hem örgütsel yapısıyla hem de eylemleriyle uluslararasıdır ve fiili durumdur. Üzerine kurulan teoriler ne olursa olsun, emperyalizmin hizmetindedir, insanlığa düşmandır.

Bölgedeki fiili durum, uluslararası hukuku ve insanlığı yok sayarak yaşanırken, “tek tezkere mi, iki tezkere mi”, “içeriğinde ne olacak”, “sınır ötesine mi hareket, dışarıdan içeriye mi”, “IŞİD yer alacak mı” gibi tartışmalar, çoğu zaman olduğu gibi, gayrimeşru durumu sonradan meşrulaştırma işlemini başlatma dışında anlamsız kalır. Ya da gayrimeşru durum sürerken üstünü örtmeye hizmet eder.

Yapılacakların zamanında yapılmaması, sonradan önlem almaya, durumu düzeltmeye engel değil elbette…

Ancak, önlem adı altında yapılacaklar, önceki çarpık fiili durumu hukuken meşru hale getirme ya da gizleme amacını taşıyorsa yüzlerce kez düşünmek gerekir. Emperyalizme kayıtsız koşulsuz hizmet eden, üstüne de kendi dinsel, mezhepsel, etnik politikalarını ekleyen bir yönetim iktidarda ise binlerce kez düşünmek gerekir.

Bugünün tezkere konusu, hukuksal ve biçimsel dar tartışma alanlarına sıkıştırılacak, sözcükler ve tümceler üzerinde kafa yorulacak, hangi partinin nasıl oy kullanacağı üzerine sorular sorulacak bir konu değildir yapılma yoluna gidildiği an yalnızca egemen siyasete hizmet eder.

“Uluslararası”, bir yandan kendi hukukunu yaratırken ve “uluslararası hukuk” ulusal devletlerin ve hükümetlerinin ayrılmaz parçası haline gelirken, neoliberal dönemle birlikte, “hükümet dışı kuruluşların” da uluslararası hukukun önemli bir alanını işgal ettiği görülüyor.

Bunun bir başka anlamı, ulusal devletlerin egemenliğinin “devlet dışı” kuruluşlarla paylaşılmasıdır. Ekonomideki tanımlamasıyla “çokuluslu şirketler”in, aynı zamanda çok uluslu sivil toplum kuruluşlarını devreye sokarak, bunun meşruiyetini yaratacak hukuku da devrede tutmalarıdır.

Oysa Ortadoğu, başta “vatandaşlık aidiyeti” olmak üzere, hukuk tanımayan, hatta mezhepsel ve etnik olarak homojen olmayan bireysel birliklerin oluşturduğu örgütlere sahne olmakta… Bu örgütler, silah dahil her türlü teçhizata fazlasıyla sahipken, aynı zamanda da herhangi bir ulusal sınır tanımlaması olmaksızın toprakları işgal etmekte… Bunlarla birlikte, Türkiye dahil bölgede insan, değersiz hatta yok sayılmakta…

Hukuken dikkat çekilmesi gereken konu bu illegal uluslararası birlikler örgütlenirken, yerleşip büyürken, işgal alanlarını genişletirken, petrol kuyularını dahi işletir güce kavuşurken, sınır tanımaksızın farklı ülke topraklarında at koştururken, ne ulusal ne de uluslararası hukuk kuralları çalıştırılamıyor Türkiye gibi hükümetlerde ise açıkça çalıştırılmıyor. Uçan sineği saptayan ABD istihbaratı susuyor. Sonra da uluslararası camia, bu katiller ordusunu susturmak için eylem ortaklığına çağrılıyor. Hukuka da işbaşı talimatı veriliyor.

Bugünün tezkere konusu, savaş için hukuka verilen işbaşı talimatıdır. “Pis siyasetin ve emperyalist emellerin” hukuk maskesi ile saklanmasıdır.

Bugünün gündemi, katliamları yaratan ve sömürü düzeninin devamı için elini kan çukurundan çekmeyen, emperyalizme terörü ve örgütlerini, kimi zaman destek vererek, kimi zaman da göz yumarak yaratan, sonra da kurtarıcı rolüne soyunan ABD’ye fırsatçı Batı’ya siyasal İslamı, Türkiye sınırları dışında da yaşatarak beslenmek isteyen, işbirlikçi ve çıkarcı AKP yönetimine ve politikalarına karşı çıkmak olmalıdır. Sömürüyü, çürümüşlüğü ve savaşı, geleceğin eşitleştirilmiş ve özgürleştirilmiş dünyasını örme kararlığıyla birlikte insanlık tarihinden atma kararlılığı olmalıdır.