Terörle mücadele: Önü, arkası ve hukuku

Hemen her gün terör örgütleri ve örgüt üyeliği iddiasıyla tutuklamalar ve hüküm giymeler sürerken, kimi siyasilerin ve bakanların terör örgütlerinin büyüdüğü, terörle mücadelenin kesintisiz sürdüğü konusundaki açıklamaları birçok çelişkiyi içinde barındırıyor. Bir yandan da toplumsal yaşamın terörle mücadeleyle bütünleşmesi, oraya kilitlenmesi sonu gelmeyecek bir kalıcılığa bağlanıyor.

Merkezinde toplumun ve devletin olduğu alanlar hukukla doğrudan bağlantılı. Hukuk devleti diye tanımlanan kavram ve olgu da bu bağlantı nedeniyle önemli ve anlamlı. Ama gelin görün ki hukuka vazgeçilmez olarak başvurulduğu halde hukukla arasındaki mesafe bu kadar uzak tutulan başka bir kavram da yok herhalde terör kadar. 

Hukukun var olduğu halde yok sayıldığı, devrede olduğu halde devre dışı bırakıldığı bir alanla karşı karşıyayız.

Terör gökten düşer gibi gelmiyor, toplumsal ve toplumlararası ilişkilerin ürünü… Devletler, devletlerarası ilişkiler ve hukuk da öyle… Çelişkiler de ilişkilerden doğuyor. 

Terörün yaratılmasında teröre karşı mücadele stratejisinde emperyalizmin etkisi hep yüksek ve önde… Sömürü düzeninin sürdürülebilirliğiyle sınıfsal mücadelenin kırılması ortak amaç. 

Terörle mücadele hukukun konusu yapılırken hem ulusal hem de uluslararası alanda tartışıldı, hâlâ da tartışılıyor. 1991 yılında Terörle Mücadele Kanununu (TMK) çıkarırken Türkiye de tartıştı konuyu. Öyle bir hukuk çıktı ki ortaya, “hukukun altüst edilmesi”, “hukuk devletinin sonu” olarak tanımlandı hemen her ülkede. Olağandışı yöntemler, OHAL gibi uygulamalar süresiz hale getirildi. Hukuksal güvenceler askıya alındı. 

Ama tartışmalar çoğunlukla düzen içi kaldığı, kapitalizme ve de emperyalizme bağlanmadığı için terör ve mücadele konusunun sınıfsal boyutu saklandı. Düzen içi tartışmadaki düzeltme hevesleri de egemenler karşısında cılızlaştı. Mağdurlar, yaralananlar, hayatlarını kaybedenler; emekçi halk ve göç yollarında ömür çürütenler oldu.  

Ve yine bu hukuksuzluğa bulaşan tüm ülkelerde olaya, zamana, mekana göre oynandı terörle mücadele yasalarıyla. Türkiye de geri kalmadı bu yarıştan. 91’den bu yana yürürlükte olan TMK, anlık reflekslerle altmışa yakın yasa, KHK ve OHAL KHK’siyle değişikliğe uğradı. Bu karmaşık durum “terörle mücadele hukuku terörizmin saldırısı altında kalarak delik deşik oldu” diye anlatılırsa abartılı olmaz. Tabii her müdahalenin ardından uygulama daha da esnetildi, serbestleştirildi ve halk daha sert denetim altına alındı.

Yasalarda geçen terör, terör suçlusu ve suçları, ulusal güvenlik, ekonomik düzen, kamu düzeni, genel sağlık tanımlarının ortak özelliği, hukukun benimsemediği, hukukla uyum sağlamayan belirsiz kavramlar olması. Oysa hukukun en temel ilkelerinden olan belirlilik ilkesi, kuralın hem kişiler hem de idare yönünden belli ve kesin olmasını ifade eder. Ne gezer.

Özetle, sınırları çizilmemiş, açıklıktan yoksun, sübjektif, karışık, yetersiz, öngörülmeyen, iyiniyet ilkesine uymayan, doğal tutum ve davranışları bile sakıncalı gösterebilecek, ölçüsüz, değişik uygulamalara yol açıcı, kötü ve keyfi uygulamalara uygun, farklı yorum ve tereddütlere açık, her okuyanın farklı anlamlar çıkarabileceği bir hukuk metni söz konusu. Kim neresinden tutarsa elinde kalıyor, kim neresinden nasıl tutturursa öyle uygulanıyor. 

İktidarlar sözde hukuka dayanarak istediğine “terörist” istediğine “değil” deme gücüne sahip. Bunun adına hukukta, “öngörülebilirlik koşulu”nun ihlali deniliyor. Mevcut koşullar altında belirli bir işlemin, kuralın ya da kararın ne tür sonuçlar doğurabileceği makul bir düzeyde öngörülemiyor. Hukukun uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri ve toplumu, keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla ortaya konulmuyor.

“Terörle mücadele” derken devlet şiddeti çıkıveriyor ortaya. Devlet derken de devletin çetelerle açık ya da örtülü işbirliği… Kamu düzenini bozmaya yönelik denilen terörle mücadele etmek için getirilen hukuk hem kamu otoritesini zaafa uğratmaya hem de kamu düzenini bozmaya açık. İhbarcılık ve gizli tanıklık, suçu ve suçluyu tespite değil, masumiyet karinesini çiğnemeye, halkı kin ve nefrete tahrike hizmet ediyor. 

Hukuk devleti, toplum içinde devletin, devlet içinde de iktidarın sınırlandırıldığı devletken, terörle mücadele hukuku devleti ve iktidarı sınırsızlaştırıyor. Halkın ve hukukun güvencesi yerini baskı ve şiddetin sürekli kulvar değiştirerek kalıcılığına bırakıyor ve buna rıza gösterilmesi isteniyor. 

“Gerçek hangisi”, “kim suçlu, kim değil”, “suç tanımına girenlerin kimileri neden dışarıda, suçsuzluk karinesi içindeki kimileri neden cezalı” sorularının karşılığı silik.   

Yalnızca devlet ya da devletler mi bu pozisyonda olan… NATO, BM, AB hangi uçta duruyorlar; yoksa uçta değiller de merkezdeler mi? Savaş hukuku ile vekalet savaşlarının keyfiliği, devletlerin ordularıyla silahlı çeteler nasıl iç içeler? 

Kızdığında, sıkıştığında “terör”, “terörist” sözcüklerini ağzından düşürmeyenler “terörle mücadele”ye sığınarak hepsinden beslenmiyorlar mı? Hani nerede o üstün hukuk ve güvenliği…

Koskoca bir kaotik ve kanlı dünya önce teröre ihtiyaç duyuyor sonra adına terörle mücadele hukuku denilen hukuksuzluğa… Aslında kapitalizmin/emperyalizmin kendisi de kaotik hukuk da. Her tarafıyla karanlıklar. Sömürü düzeni o karanlıktan beslenmeyi seviyor. 

Sömürülenlerin sınıfsal mücadelelerinde düzeni ve karanlığını analiz etmeleri boşuna değil.