Suriye, savaş ve barış

Devletlerarası ilişkilerde “savaş” tarihi genellikle kıvılcımlarla başlatılır. Bir kıvılcım çakılmaya görsün… İşin aslı kıvılcım değildir. Güçlüler, kendi ekonomik-politik çıkarları için istediklerini elde etme amacıyla her türlü yola başvurur. Savaşla kapanan her dönemden sonra da öncekini yaşamamak için “barış” adına ortaklıklar oluşturulur, devletlerarası ilişkiler düzenlenir ve “hukuk”, alan genişleterek devreye girer devletin hukukundan devletlerarasına terfi eder. “Barış” için yazılan devletlerarası hukuk kurallarının içine, başka devletlere el atmanın kuralları da konulur. Geriye halkları ikna etmek kalır. İlk adım, devletlerarasından daha geniş ve anlamlı kavranma geçmektir ve yapılanların adı “uluslararası” olur. Böylece egemen güçlerin, hukuku, devleti ve devletleri kullanma alanları genişletilir, halkların kullanımı devreye sokulur. Halkların ne düşündüğünün önemi yoktur. “Ulus” kavramı, devletin bir organı olan ve türlü hukuk kuralları, seçim sistemleri ve oyunlarıyla oluşturulan parlamentonun “çoğunluk” kavramıyla özdeşleştirildiği zaman da düğmeye basmak kolaylaşır.

Suriye-Türkiye alt başlığı altında, Türkiye’ye emperyalist ortaklık ya da maşalık görevi için biçilen rol de bu süreç içinde “barış için savaş” adı altında sahne bulmuştur.

Başta ABD, Başbakan ve Dışişleri Bakanı olmak üzere Suriye’nin iç işlerine yönelik bombardıman, savaş çığırtkanlığına dönüşünce, Akçakale kıvılcımı yetmiştir. Adı cafcaflı “özgür Suriye ordusu”, namı diğer “emperyalizmin özgürlüğü için Suriye militanları” her türlü destekle beslenirken, angajman kuralları yok sayılırken işlenen suçları örtmenin yolu, “fiili savaşa” hukuksal dayanak bulmak olmuş, ona da bir tezkere yetmiştir. TBMM’nin çoğunluk oyu ile TSK’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi kabul edilmiştir.

AKP, 2002’den bu yana yaptığı gibi, hukuku istediği gibi kullanmayı becermiş maddeleri, birçok yurttaş için uygulanmayan Anayasa’nın gereği, sözde yerine getirilmiştir. Tezkerenin kabulüne ilişkin TBMM kararının, İçtüzük değişikliği niteliği taşımadığı, yasa kurallarına eşdeğer güç ve etki taşımadığı için Anayasa Mahkemesi tarafından denetimi de söz konusu değildir. AKP artık savaş gücünü, “caydırıcılık” kozuyla, parmağının ucunda tutmakta, ABD adına da kendi adına da kararlı gözükmektedir.

Tek yol kalmıştır TBMM temsili çoğunluğuna dayanan “savaş” kararına karşı, savaş karşıtı halk çoğunluğunun sesi ve iradesi toplumsal barış çığlığının baskısı… Temsilci çoğunluğun savaş kararına karşı, halkın çoğunluğunun barış kararı…

İktidar gücünün çekim alanından ve sermaye medyasının yönlendirilmiş haberlerinden kurtulup, “devekuşu” kimliğinden çıkıldığında görülecektir ki, bugün barış için kafasını kaldıranlar niceliksel ve niteliksel olarak güçlüdür her geçen gün daha da güçlenmektedir.

İktidarın savaş kararının dayanağı Anayasa’nın 92. maddesi ise, halkın barış kararının, kaynağı yürürlükteki Anayasa’ya da dayanan meşru zemini fazlasıyla vardır: Birincisi, Anayasa’nın Başlangıç’ında yer alan “yurtta barış, dünyada barış” ilkesidir. İkincisi, çoğunluk ilkesine karşı çoğulculuğu içeren “demokratik toplum düzeni” ilkesidir. Üçüncüsü, Anayasa’nın birçok maddesinde, sözünde ve özünde yerini alan “toplumsal denetim” ilkesidir. Dördüncüsü, Anayasa’nın sözünde olmasa bile özünde yer alan ve evrensel bir hukuk ilkesi olan “direnme hakkı”dır. Beşincisi, savaşın hukuka, paraya, silaha, orduya, bunları siyaseten ve fiilen sağlayıp kullanacak iktidara gereksinimi var iken, barışın hiçbir şeye ve kişiye sığınmamasıdır. Altıncısı, savaşın, tarafların işi barışın F. Joliot-Curie’nin deyişiyle “herkesin işi” olmasıdır.

Savaş, halkların kurtuluş mücadeleleri dışında, devlet organları tarafından başlatılır, sürdürülür ve sonlandırılırken, barış her şeyi ile herkesindir. Savaş devletlerarası, barış, devletlerle birlikte bireyler ve halklar arasıdır. Savaşın meşruluğu, koşullara bağlı, kesintili ve geçici iken, barışın meşruluğu doğaldır, kesintisiz ve süreklidir. Toplum halinde yaşamanın gereği özgürlükler dahi hukukla düzenlenip sınırlandırılırken barış düzenlenmez ve sınırlandırılmaz. Barış, savaş halinde bile dokunulamayan birey ve toplumun yaşama hakkıyla, maddi ve manevi varlığıyla özdeştir. Yaşama hakkı barışın, barış da yaşama hakkının temelini oluşturur.

Kaldı ki, ABD’nin ve diğer emperyalist güçlerin emellerine ulaşmak için kendi yönlendirmelerindeki devletlerarası kuralları nasıl çiğnedikleri, buna karşın yaptırıma tabi tutulmadıkları ortadadır. Kapitalist sistemi bozmaya yönelik girişimlere kural tanımadan yanıt verenlere karşı, barış savunucularına hiç kimsenin söyleyecek sözü olamaz.

Başlar kumdan çıkarılıp yüzler barışa çevrildiğinde, emperyalizmin savaş taktiklerinin hangi gerçeklerin üstünü örtmeye yaradığı, eşitsizlik, adaletsizlik ve sömürü düzenini nasıl yaygınlaştırarak sürdürmeye katkıda bulunduğu görülecektir. Suriye’nin, Türkiye gündemine girdiğinden buyana halkın temel sorunlarının gerilere itildiği, bundan da AKP’nin memnuniyeti dikkate alındığında, barışın, savaş karşıtlığından daha geniş ve derin anlamlar taşıdığı da anlaşılacaktır.