Siyasal ipotek: İntikam

Din ve para, bireylerin ve toplumun geleceğini ipotek altına almak için etkin kullanılan araçlar. Hele AKP dönemi Türkiye’sinde olduğu gibi ikisi buluştuğu zaman baskı daha da artıyor, gözler perdeleniyor.

“Siyaseten hakları”, “seçimle geldiklerinden meşruiyetleri var” diyenlerin yaptığı, meşruiyetini kaybeden ve yönetememe krizine giren bir Hükümeti ve mevcut düzeni korumaktan öteye gitmez.

Beyler, hem Türkiye’nin önündeki iki seçimi, hem de köklü bir anayasa değişikliğini ve başkanlık sistemini çantada keklik görüyorlar. O kadar eminler ki kazanacaklarından ve kuracakları gelecekten, anlatırken ağızlarından salya akıyor.

Bir yandan yönetememe krizini, “süresiz yönetme” histerisine çeviriyorlar, diğer yandan hinoğluhinler, şapkadan tavşan çıkarma oyununa girişiyorlar.

Aralarındaki “paralel” gerginlik politikası ve çatışma görüntüsünü de kullanarak, faşizme ulaşmak için tuzaklar kuruyorlar.

Bunlarda biri sandık… Korkut Boratav’ın “Türkiye’nin faşizmleri” yazılarının sonuncusunda belirttiği gibi (soL Gazete, 3.6.2014), “kitle tabanı, belli boyutlarda seçmen desteği olmadan faşizme geçilemez”. AKP de demokrasiyi tek başına özdeşleştirdiği seçimi tuzak olarak kullanıyor. Sandığı, demokrasi yanılsaması için ve “Meclis”i kendilerine destek aracı yapmak için kullanıyor. Yerel seçimlerde tekrarlanan il seçimlerine de aldanmamak gerekiyor.

Diğer önemli tuzak, hukuk… Hukukla, bir yandan sınırlandırıyor, yasaklıyorlar bir yandan saldırı aracı olarak kullanıyorlar diğer yandan kendi yollarını açıp koruma altına alıyorlar. Haksızlık ve hukuksuzluk, “hukuk” adı altında, “hukuk” varmış gibi yaşatılıyor. Ve hukuka güven azalmasından kaygı duyulmuyor.

Hukuku yaşama geçiren iki ayak, kural koyucu olarak yasama, yorumlayıcı olarak da yargı, hukuk tuzağına ya doğrudan ya da masum yüzleriyle destek veriyorlar. Bu ikili, ne yazık ki düzen içi denetim ve çıkış yolu olarak görülmeye devam ediyorlar. En tehlikelisi de bu… Çünkü umudun dalı olarak gözüküyorlar, ama kuru dal…

“Demokratik açılım” tuzağı da unutulmamalı… Kürtler, Aleviler, Romanlar… Demokratik açılım dedikleri, neoliberal politikalara, emperyalizme ve AKP’ye uyum sağlamak. ABD’nin, “uyumlu İslam”ı “ılımlı İslam” adı altında satması gibi, sömürü düzeni içinde eritmeyi, “demokratik açılım” adı altında pazarlıyorlar.

İpotek altına aldıkları ülkede, (i) demokrasi diktatörün/diktatörlüğün sandıktan çıkması ve sesi çıkmayan kul düzeni için, (ii) laiklik bir mezhep üzerinden dinsel faşizm için, (iii) sosyallik ölümler üzerinden bedava kömür dağıtımı için, zekat için, (iv) hukuk ve devlet diktatörlüğün korunup, karşıtların bastırılması için kullanılıyor.

Direnen halka saldırılara, polisin yaşattığı vahşete ve ölümlere, Soma katliamına, Alevi ve Kürt kıyımlarına bütünsel bakılmadıkça, bu bakış sınıfsal mücadeleye oturtulmadıkça, daha çok ölümler yaşanacak ve faşizm yerleşecek. Türkiye’yi bugünlere getiren ilişkiler sorgulanmadıkça, daha çok eşitsizlik, adaletsizlik yaşanacak.

AKP, her şeye karşın kafasına koyduğunu yapma, projelerini tamamlama peşinde…

En basit anlatımla, ülkenin siyaseti, bırakalım halkın yönlendirmesini, burjuva demokrasisinin evrensel kurallarına göre de belirlenmiyor. Maç, AKP gömlekli hakem tarafından, anlık duruma göre belirlenen kurallarla (kuralsızlıkla) yönetiliyor. Hukuksuzlukları, “hukuka uygun” diye tanımlayan bir yönetme tarzı belirleyici oluyor.

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına göre tavır alanlar da AKP’nin istediği yasaları engellemeyenler de bu maçın oynanmasına göz yumuyor.

Öngörülebilirlik, yalnızca AKP için geçerli. Toplum, AKP’nin öngördüklerini kabul ile yetindiriliyor. Böylece, günlük yaşamın siyasallaşması dahil her alanda, egemen düzenin ve onun vitrininde AKP’nin medya destekli gündemi, “işgalci” rolünü oynuyor.

Aslında yaptıkları, artık dile getirmekten sakınmadıkları, “Cumhuriyet”ten, “laiklik”ten, “aydınlanmacılık”tan, tanrı egemenliği yerine “insan aklı”nı geçerli kılan “hukuk devleti”nden, “halk egemenliği”nden intikam almak. Kendilerine çok ağır gelen Haziran Direnişi’nden, onu yaratan sol gelenekten ve bakıştan, “emek” gücünden intikam almak. Siyasal ipotekleri, bu intikamın tamamlanması…

Şiddet derinleştiriliyor, halka saldırı meşru gösterilmeye çalışılıyor. Okmeydanı ve Lice, tıpkı Haziran Direnişi, Berkin Elvan eylemleri gibi devlete karşı kalkışma olarak gösteriliyor.

Düşmanın hali ortada iken, intikamlarını imhaya dönüştürme yoluna girmiş iken “ortak sol aklı” kullanmak gerekiyor.

Değişime, halkın geleceğini ipotek altına alanlar değil, sınıfsal bakışı ile halk karar verecek. Ortak aklın sınıfsal kullanımındaki nüanslar ise yaşam gerçeğinin kendisi nüanslar, kırılma olarak görülmedikçe, yol arkadaşlığı olarak kabul edildikçe mücadele büyüyecek, güçlenecek.