Şiddetin itirafı ve tehdit

Türkiye siyaset tarihinde şiddet ve tehditle ilgili epeyce not bulunur. AKP dönemi daha da zengin. Binali Yıldırım’ın “kafa kaldıranların kafasını eze eze bu duruma geldik" sözleri de bunlardan biri.

Kaçıranlar için kafa ezme itirafının şu iki tümcenin ardından geldiğini anımsatalım: “Türk ekonomisi üzerinde bu günlerde karamsar senaryo yazmaya çalışanlar var. AK Parti iktidarında 14 yıl boyunca sadece memlekete hizmet etmekle kalmadık, vesayet odakları ile ve kumpaslarla mücadele ede ede bu seviyeye geldik. Kafa kaldıranların kafasını eze eze bu duruma geldik.”

Hangi konuşma içinde nasıl söylenirse söylensin, bir başbakan böyle bir söz sarf ediyorsa, hem yapılan şiddeti itiraf ediyor hem de hemen herkesi tehdit ediyor denmektir. “Kafa kaldırmayın, kaldırmaya da kalkmayın” deniliyor; “kaldıranların kafasını ezdik, kaldıracakların da ezeriz”… Özetle: karşı çıkma, itaatsizlik, hak arama, mücadele ve direnme yok…

Kimi zaman tehdit şiddeti çağırır, kimi zamanda şiddet tehdidi.

Hukuk devletinde, ne fiilen ne de mecazen kafa ezilir. Uygar toplumda, ne hayvanın ne de insanın kafası kesilir.  

Şiddet ve tehdit; baskı, korkutma, cebir ve hile gibi, ceza hukukun sözcükleridir. Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) birçok maddesinde şiddet ve tehdit tanımlanmıştır. İnsan ticaretinden çocukların cinsel istismarına, suç işleme amacıyla örgüt kurmaktan Anayasa ihlaline, hak ve özgürlüklerin kullanımının engellenmesinden kamu barışına karşı suçlara kadar birçok başlıkta şiddet ve tehdit yer alır.

İki maddeyi anımsatmakla yetinelim:

Birincisi, halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla alenen tehditte bulunmak TCK’nin 213. maddesine göre suçtur. Başbakan, “kafa kaldıranların kafasını eze eze bu duruma geldik" diyerek, şiddeti itiraf, kamu barışını da tehdit etmiştir. Bu sözlerimiz bir suç duyurusudur. Kamu barışına karşı işlenen bu suç ya da diğer suçlar yönünden gereği için reel hukukçulara ve kamuoyuna duyurulur.

İkincisi, yurttaşın, bireysel ya da toplumsal olarak kendini savunma hakkıdır. TCK’nin 28. maddesi, “karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez” diyor. Yani bu gibi durumlarda, ceza sorumluluğu kalkar; örneğin bu yazıdaki suç duyurusu tehdit sayılsa bile ceza sorumluluğu doğmaz. Ve madde devam ediyor, “Bu gibi hallerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır”.

Yukarıda seçtiğimiz iki madde, “ceza sorumluluğu” ile “ceza sorumluluğunu kaldıran nedenler”e iki hukuksal örnek. Ancak Türkiye hukuksal örneklerden çok, fiili örnekle gündemde. Cezasızlık devletin siyasal ve bürokrat görevlilerine, cezalar ise şiddet ve tehdit gören halka uygulanıyor. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarına da giren “cezasızlık iklimi”, “düşman ceza hukuku”yla birlikte yürütülüyor.       

“Kafa”, sözcük olarak kaba kullanımı dışında, içinde “beyin” taşıyan bir organ... Kafa ezmek, “us” ve “aklı” ezmektir; insanı kullaştırmak, köleleştirmektir. Sömürücüler için fazlasıyla anlamlı olan bu kullaştırma/köleleştirme, iki hukuk alanıyla, “şiddetin hukuku” ve “ekonominin hukuku” ile meşrulaştırılıyor.

“Modern militarizm”, hem ulusal hem de uluslararası hukukla meşrulaşırken, kendi yarattığı “terörizmi” dayanak göstererek, bir yandan şiddetin hukukunu ağırlaştırıyor, diğer yandan hukuksuzluğu yaygınlaştırıyor.

Siyasal ve ekonomik güçte istikrarsızlık, despotizmi ve gericiliği çağırıyor. Despotizm, “ivedi ve zorunlu” notuyla, sömüren sınıfın çıkarlarının korunması için top yekun çalışıyor. Hele bir de OHALLİ iseniz…

Sömürülenlere, susmak ya da direnmek arasında hukukla tanımlanan tüm haklar, yalnızca “susma” için geçerli. Bu tek seçeneğe sıkıştırılmış sözde yaşam, Anna Seghers’in bir öyküsündeki anlatımı anımsatıyor:

“Çocukken birinden dinlediği bir öykü aklına düştü: Kuzey geyiği, ayrıcalıklı, üstün ve kibirli bir hayvanmış. Avcılar peşine düştü mü, bir göle kaçarmış. Gölün suyunun içinde gerekirse boğulup gitmeyi, kıyıya çıkıp yakalanmaya veya öldürülmeye yeğ tutarmış.

Çocukken bu öykü onu çok etkilemişti. Büyüdükten sonra da hep bunu düşünmüştü. Şimdi de düşündü. Ama şimdi öykü onda soğuk bir etki gösterdi. Hayvan değildi ki kendisi, ayrıcalıklı, üstün ve kibirli bir hayvan… Hayır, bir insan o, ve geberip gitmeyi de hiç istemiyordu işte!”