Seçim ve sonrası

Anayasa’ya göre seçimler yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılsa da başlamasından bitimine kadar yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleyerek karara bağlama görevi Yüksek Seçim Kurulu’nun olsa da fiili durum “güven” yerine güvensizliği işaret ediyor.

Güvensizliğin başında, her türlü yolsuzluğu yapma yeteneğine sahip AKP ve AKP’li dönemde yapılan önceki seçimlerde yaşananlar ile nüfusa dayalı kayıt sistemindeki kargaşa geliyor. Yozlaşmadan yargının da payını alması ve “AKP yargısı”na geçilmesi, seçimlerin genel yönetim ve denetimini tamamıyla güvensizlik batağına itiyor.

30 Mart yerel seçimleri, AKP’den kurtulma hedefiyle birlikte, halkın “seçim güvenliği”ne kilitlenmesinin gerekçelerini fazlasıyla artırıyor. Seçime, AKP’nin ve eline geçirdiği devletin yerine Haziran Direnişi’ni yaratan halkın sahip çıkması gerekliliği zorunlu hale geliyor.

Seçimin biçimsel ilkesi, “serbest ve gizli oy, açık sayım ve döküm”dür. Oy verme sandık başını ilgilendirir iken, açık sayım ve döküm, hem sandık başını hem de daha sonra, ilçe ve il seçim kurullarıyla başlayan ve YSK’de sonuçlanan bölümü ilgilendirir.

Sandık başına gitmek, iki sorumluluğu birden gerektirir. Birincisi, oy kullanmak ikincisi, açık sayım ve dökümde, sandık görevlileri ve parti müşahitleri yanında halkın ve adaletin gözlemcisi olmak... Serbest ve gizli oy, yalnızca kendi oyunun serbestliği ve gizliliği anlamına gelmez. Sandık başında oy verme süresince seçim güvenliğini sağlama, seçimle ilgili yolsuzlukları saptama, şikayet hakkını kullanma anlamına gelir.

Açık sayım ve döküm ise ilkin her bir sandıktan çıkan oyların tek tek sayımı ve dökümü ile bunların tutanağa geçirilmesini içerir. Bu süreç halkın doğrudan içinde bulunduğu süreçtir. Ancak, döküm, sandık başında, yani tutanakların sandık görevlilerince imzalanıp kapılara asılmasıyla bitmez.

Döküm, sandık sonuçlarının veri tabanına işlenerek birleştirilmesini, ilçe ya da il düzeyinde toplanmasını da içerir. Bu süreç, doğrudan ilçe ve il seçim kurullarının ve sonuçta YSK’nin dahil olduğu süreç olmakla birlikte gizli değildir. Ancak, işin tekniği gereği bu süreçte halkın bulunması zor (olanaksız denemez) olmakla birlikte, seçime katılan siyasi partilerin bulunması gerekir. Hükümet emrindeki UYAP üzerinden yürütülen bu döküm sistemi, AKP dönemindeki seçimlerin en güvensiz alanı olmuştur. Bu güvensizliği ortadan kaldırmak siyasi partilerin elindedir ve olanaksız değildir.

* * *

Yerel seçimlerin özüne yönelik uyarı ise bir yanıyla neoliberalizmin, küreselleşme ve yerelleşmeyi ikiz olarak görmesi ve belediyeleri kapitalizmin vazgeçilmez pazarları haline getirmesi, diğer yanıyla AKP’nin, dönüştürdüğü devlet ve hukuk içinde yerel yönetimleri de eritmesi şeklinde özetlenebilir.

Kamu kaynaklarının yağmalanmasında, hukukla birlikte, halkın seçtiği yerel yöneticiler aracı kılınmıştır. Anayasa’daki, merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki “idari vesayet yetkisi”, yerini “elleri kolları Hükümete bağlı” yerel yönetim anlayışına bırakmıştır. Bu durum, merkezi iktidarı elinde tutan partinin de seçim kozu haline getirilmektedir.

Sonu geldiği halde koltuğundan kalkmayan AKP’yi yıkmak için, burjuva devlet düzeninin yerel yönetimlere biçtiği rolleri de reddetmek gerekir. Yerelin, “sermaye egemenliğinin derinleşmesi” için kullanılmasına izin verilmemeli, 30 Mart seçimlerinin özü bu reddiyeye dayandırılmalıdır.

Çözümü, emperyalist, sömürücü, gerici, işbirlikçi ve uzlaşmacılarla birlikte arayan, Haziran Direnişi’nden Berkin Elvan’a ve bugünlere gelen süreçte yapılan uyarı tokadını anlamayan herkes, yakında beyinlere yerleştirilecek “düşünmeyi engelleme çipleri” ne de hazır olmalı. Seçime, “karanlıktaki ışık arayışı” rolü yüklenirse, karanlıktan çıkmayı bilmeyene fayda etmez.

Çözüm için her şey, “Haziran Direnişi”nin uyarısını, “solun zamanı”nı işaret ediyor. Her şeye karşın, 31 Mart sabahı, seçimin tek çözüm olmadığını, halkın egemenliği için “solun gerekliliği”ni işaret ediyor.