Seçim taşları ve düzen taşları

Merkezi yönetim değişikliğinden sonra, siyaset dünyası kadar kamu yönetimi üzerinde kafa yoranların da çok tartışacağı, değerlendirmeler yapacağı yerel seçimler geride kaldı. Ne değişti, ne değişir tartışılacak, görülecek. Bu hafta itirazlar dönemindeyiz.   

İktidarların koşullara ya da beklentilerine göre seçim yasalarıyla oynaması burjuva düzenin alışılmış tavırlarındandır. Bizdeki seçim yasalarının içeriklerine girmeden, değişiklik dönemlerini esas alarak bakmak bile birçok değerlendirme konusu açar.

AKP, seçim düzeniyle oynamanın ilk işaretini liderini Meclise taşıyacak ilk Anayasa değişikliğiyle ve Siirt formülüyle daha 2002’de vermişti.

Seçmen kütükleri, oy kullanma, sayım, birleştirme, seçimi yönetme ve denetlemeye ilişkin adaletsizlikleri yasa hükmü yapmak da AKP’nin marifeti. Son olarak başkanlı rejime geçiş amaçlı Anayasa değişikliğinin 16 Nisan halkoylamasıyla tavana vuran adaletsizliği ve keyfiliği yasalaştırdılar. 24 Haziran başkanlık ve genel seçimlerini bu yasalarla yaptılar. YSK’yi de kendilerine uydurdular.

31 Mart yerel seçimleri de aynı adaletsiz hukukla yapıldı. Beklentilerinde sapmalar olunca adaletsizlik rayına yerleştirdikleri seçim katarından nasıl lehe sonuç çıkarırız telaşına düştüler. Ele geçirmeleri konusunda tereddütlerinin olmadığı YSK’den medet umulmaya girişildi.   

Sonuç ne olursa olsun, itirazlar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın “kazılan kuyuya düşme”nin karesi deklanşöre basılarak sabitlendi.

YSK’nin ve tabii ki ilçe ve il seçim kurullarının seçimlerin yönetim ve denetimindeki anayasal görevlerini üzerlerindeki zan ve baskıdan arındırarak yapma telaşının gayrete dönüştüğü emareler var. Ama yeniden sayım kararı alınan yerlerde seçime katılan partilere kapı kapatmayı da ihmal etmediler.  

31 Mart 2019’un okunması gereken gerçeklerine eklenecek başlıklardan biri bu. Demokrasinin olmazsa olmazı denilen araçların ve hukukun esnekliğinden ve adaletsizliğinden yararlanarak iktidara oturanlar aynı adaletsiz araçlardan umut beklemek zorunda da kalabiliyor.

Sermaye sınıfının projeleri ve oyunları bitmeyeceği gibi sınıflı toplum ve devletin hukukunun cilveleri de bitmez.

31 Mart seçimleri bir şeyi daha anımsattı ve kırıntı da olsa bir şeyi yaşattı.

24 Haziran seçimleri öncesi yazmıştık; Türkiye, seçmenin “merkez”e oturacağı, düzen siyasetinin ve hukukunun tali olmaya itileceği, seçmenin edilgenlikten etkenliğe geçeceği, denetimin siyasi iktidarda değil halkta olacağı bir hakkı kullanmanın görev ve sorumluluğuyla karşı karşıya demiştik. Olmadı.

31 Mart, 24 Haziranda yerine getirilemeyen bu görev ve sorumluluğu bir kez daha anımsattı ve kırıntı dediğimiz şekliyle somutlaşan örneklerini de verdi. Toplumsal denetim ve mücadele sütununa yazacak deneyler çıktı. Ama burada takılıp kalmamak koşuluyla… İkinci başlık da bu…

Üçüncü başlık, yerel seçimler partileriyle, propagandasıyla, kampanyasıyla, finansmanıyla, baskı ve tehditleriyle piyasaya uydu. Öylesine uydu ki sermaye sınıfı ve düzenin büyük partileri düzen gemisinin güvertesini, lüks kamaralarını, kaynaklarını ve olanaklarını paylaşırken, düzenin küçük partilerine pas verilmedi. Aynı gemide olmayan TKP’nin adına bile yer vermemek için ne gerekiyorsa yapıldı. Medya da büyüklerin peşinden ayrılmadı. Seçim piyasası sermaye sınıfının gereklerinden hiç sapmadı.

Buradan dördüncü başlığa şöyle geçebiliriz: Sermaye sınıfı yönetim kontrolünü ve seçeneğini elinden bırakmaz. Olağan yollarla beceremezse 12 Eylül gibi olağandışı yolları kullanır. Sermaye sınıfı için 16 Nisan ve 24 Haziran, başkanlı rejimin gelmesine yol veriş ve geçiş, 31 Mart da “düzenin egemeni biziz”, “yönetimde yedeğimizi görelim” şeklinde okunmalıdır.       

Beşinci başlık, seçimin ilk heyecanı geçtikçe toplumsal gerçeklerin, eşitsizliklerin, adaletsizliklerin, çürümelerin, yobazlıkların, ekonomik krizin aynen sürdüğünü görmek…

Kimi yerel yönetimlerin karar organları değişti ama Dersim’deki başkan ve meclis değişikliği dışında, siyaset değişti mi?

Yönetimin seçimlere seçimlerin de sandığa, oylara ve kişilere indirgenmesi bir yandan hesaplaşmayı seçime bırakarak düzenin değişmesi için mücadeleyi kesiyor diğer yandan sömürü düzeninin analizini ve sorgulanmasını köreltmeye yarıyor. Felaket ve çaresizlik buluşması…

Yalnızca lideri ve kısmen de partisini hedef alan bireyselliğin ve tepkinin felaketle çaresizlik buluşmasını engelleyemeyeceği kısa sürede anlaşılmaya başladı. Kapitalist felaket de sürüyor, çaresizlik de.  

Belediyeler aracılığıyla süren talanın ve pay aktarımının, öyle ya da böyle biçim değiştirmesiyle düzen değişmiş olmayacak. Belediyelerin içinde olduğu sömürünün öyle ya da böyle biçim değiştirmesiyle insanın insanı sömürmesi bitmeyecek. Kısmi hesap sormaların yapılıp yapılmayacağını zaman gösterecek ama oradan düzen değişikliği çıkmayacak.

Seçimler sonrası bira üretim ve dağıtım şirketlerinin hisselerindeki yükseliş bile sermayeyi ve piyasayı işaret ediyor. Bira tüketimindeki artışın bira özgürlüğüyle süslenmesi yaşam tarzına müdahalenin esnemesi olarak görülse bile düzen aynı düzen.

31 Mart seçimlerine birçok değerlendirme yapıldı yapılacak, birçok sonuca ulaşıldı, ulaşılacak. Ama bir somut durumun karanlığa açtığı aydınlık yok edilemeyecek. Seçimler, düzen gemisinin küçük manevraları ile bu gemide olmayan TKP’nin toplumsal, bütünsel ve sınıfsal mücadelesi arasında geçti.

Düzen siyaseti mücadeleyi seçimden seçime anımsıyor. Düzen içi muhalefeti de mücadele diye yansıtıyor. Eşitsizlikle, adaletsizlikle, gericilikle, bütünüyle sömürü düzeniyle dertleri yok. Paranın ve dinin saltanatıyla dertleri yok.

Saltanatın hukuksuzu ya da hukuklusu arasında, sömürünün vahşisi ile yumuşağı arasında gidip gelmekle düzen değişmiyor. Seçim taşları yerine yerleşse bile düzen taşları oynayıp duruyor.