Say Sayıştay, sayma Sayıştay

Ali Rıza Aydın'ın “Say Sayıştay, sayma Sayıştaş” başlıklı yazısı 2 Mayıs Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Özal’ın liderliğindeki ANAP’ın el attığı kurumlardan biri de Sayıştay idi. AKP tarafından “İkinci Cumhuriyet”in düzenine uydurulan yüksek yargıda uygulanan “sayı” ile ele geçirme operasyonu, 1985 yılında Sayıştay’da gerçekleştirildi. Yasa değişikliğiyle, hem üye sayısı artırıldı hem de yeni ve boş üyeliklerin bir defaya mahsus olmak üzere doğrudan TBMM’ce seçilmesi öngörüldü. Seçim maddesinin oylanması sırasında, daha önceki görüşmelerde Genel Kurul salonunda olmayan Özal’ın, arkasında milletvekilleriyle, iki eli havada, alkışlarla salona girmesi unutulmayan sahnelerden biridir.

Yeni üyelerin seçiminde, torba liste uygulaması da unutulmadı. Çoğu genç yaşta seçilen 21 üye, uzun süre üye olarak kaldılar, kalmaya da devam ediyorlar. O üyelerden biri, 35 yaşında Sayıştay üyeliğine, 1990 yılında da yine Özal tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilen, bugünün Anayasa Mahkemesi Başkanı…

1862 yılında Divan-ı Muhasebat adıyla, Devletin gelir, gider ve mallarını denetlemek üzere kurulan kurum, 1876, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında, bağımsızlık güvencesiyle bugünlere geldi. Sayıştay adı, 1924 Anayasası’nın 1945 yılında Türkçeleşmesiyle, Anayasa’ya girdi ancak 1952 yılında, 1924 metni tekrar yürürlüğe konulunca eski ada dönüldü 1961’le birlikte yeniden kullanıldı. Halktan toplanan kaynakların ve kamu mallarının hukuka ve kamu yararına uygun kullanılıp kullanılmadığının denetimi yanında, toplumsal denetimin akçalı ayağının temsilcisi olması da demokratik siyasal sistemin bu kurumuna özel bir anlam ve önem yüklenmesine neden oldu.

Yeni-liberal düzende Sayıştay ile oynandıkça oynandı. Yasasıyla oynandı, kadrosuyla oynandı, dokusuyla oynandı. Siyasal iktidarlar oynadı, Dünya Bankası projesi oynadı. Her oynamada, bir “denetim kırılması” yaşandı, bir “rıza” gerekçesi bulundu. ANAP, başta “fonlar” olmak üzere kurduğu kimi kurum, kuruluş ya da hesapları, Sayıştay denetimi dışında tuttu. AKP iktidarında, 2010 yılında, Sayıştay Yasası tümden yenilendi işlevi, görev ve yetkileri yeniden tanımlandı. Hemen ardından, 2011 yılında üç ayrı KHK ve 2012 yılında bir Yasa değişikliği ile yeni Yasa’ya, kısa sürede dört kez el atıldı. İş o duruma geldi ki, denetimi sınırlayan ve etkinliğini azaltan son AKP oynaması, AKP Anayasası ile yenilenen Anayasa Mahkemesi’nin kısmen iptaline takıldı.

AKP’nin, Meclis ve toplum adına denetim yapan ancak Meclis’e bağlı olmayan, yeni-liberal düzenle birlikte denetimi kırıldıkça kırılan, denetlenecek kurumlarda ve denetimde kısıtlamalarla bugünlere gelen Sayıştay’a bile tahammül edemediği anlaşılıyor. Tüm el atmalara karşın, kimi raporları topluma yansıyan ve baş ağrıtan Sayıştay için şimdi öyle bir değişiklik öneriliyor ki, düzene uyumu zamanında görülemeyen, olumlu değişim geçirdiği sanılan, aslında dönüştürülen Sayıştay’ı heyecanla izleyenleri ve meslek mensuplarını bile isyan ettiriyor.

Uygunluk denetimi, kurallarla anlam kazanır. Kapitalizmin ekonomi politiği, kurallara el attığı gibi, denetimin çizgisine ve sınırına da el atar. Baskı ya da onay aracı olarak gereksinim duyduğu zamanlar dışında, denetimi susturur, hatta kovar. Yargı denetimine el atan politikanın, bağımsız Sayıştay denetimine el atmaması beklenemez. Adına denetim yaptığı parlamentoya egemen olan politika dışında bir Sayıştay’a izin verilmez.

Egemen toplumsal güç olarak kapitalizm-emperyalizm bütünlüğünün varlığını sürdürebilmesi için devleti de hukuku da sarması kaçınılmaz. Devlete ve hukuka biçilen görev, her zaman egemenin isteğini “yapma” şeklinde olmayabilir. Kimi zaman da “yapmama” şeklinde olur. Tarihi boyunca, “sayışım” denetimiyle donatılan, ancak liberal düzenin koşullarına göre “benim istediğim gibi say” buyruğuna uyarlanan Sayıştay, artık “sayma-onayla” buyruğuna hazırlanıyor. Tıpkı, parlamenter demokrasinin başkanlık sistemine hazırlanması gibi, Cumhuriyet’in ve demokratik toplum düzeninin, emperyalizmin öngördüğü “otoriter” yapıya, piyasacı-gerici yaşam tarzına hazırlanması gibi…

Politikalarına toplumsal aklın yön vermesini istemeyen siyasal iktidarlar, bu aklın kullanma sanatı olan denetime de engel olurlar. Kapitalizmin sömürü politikalarına el atılmasını istemezler. Asıl anlamı, “söz ve karar sahipliği” olan denetimi ellerinde tutmak isterler. Güçlerinin denetimini, topluma ve sınıfsal bakışa bırakmak istemezler. Onlara söylenecek ilk söz, “1 Mayıs”ın sloganıyla, “reddediyoruz” olmalıdır.