Savaşın yüzleri

Ali Rıza Aydın'ın “Savaşın yüzleri” başlıklı yazısı 23 Mayıs 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Kapitalizmin mekansal düzenlemelerinde, uluslararası askeri çatışmalar ile silahlı iç çatışmalar, duruma göre birlikte ya da ayrı ayrı kullanılabiliyor. Terörizm ve karşı savaş stratejileri de vazgeçilmez yöntemler arasında… Bunların hepsinde de ulusal ya da uluslararası hukuk içinde hukuksuzluk yürütülüyor. Ya da hukuk dışı yürüyen işler için, sonradan hukuk kılıfı yaratılıyor.

ABD’nin Ortadoğu politikaları, NATO’nun Libya operasyonu, Suriye ve Türkiye topraklarında fiilen yaşananlar gibi her biri farklı örneklerle dolu müdahale ve çatışmalar içinde, “Türkiye nerede duruyor” geniş sorusunun bir parçası olarak, “Türkiye savaşın içinde mi” diye sormak gerekiyor.

Kimi satırbaşlarını anımsayalım: Bir kere Türkiye, siyasal ve ekonomik olarak, savaşsever ABD’ye bağımlı. İkincisi NATO üyesi… NATO Anlaşması’na dayanarak ABD ile ikili anlaşmalar da yapıyor. Üçüncüsü, topraklarını NATO ve ABD üssü olarak açan ve buraların kullanımında esnek davranan bir ülke…

Dördüncüsü, görünüşte Türkiye’nin NATO’dan talebi, gerçekte ise NATO’nun talebi üzerine “halkı ve toprakları savunmak ve İttifak sınırındaki krizin yatıştırılmasına katkıda bulunmak amacıyla Türkiye’nin ulusal hava savunmasının takviyesi konusunda” mutabık kalınarak Patriot bataryaları, çok sayıda asker ve teçhizat konuşlandırılmasına izin verildi. Bu konuda da esnek yorum yapılarak, Anayasa gereği, TBMM izni aranmadı.
Beşincisi, Suriye’de devam etmekte olan krizin “bölgesel istikrar ve güvenliğe olduğu kadar, ulusal güvenliğimize menfi etkisi”nin giderek artan şekilde görüldüğü “ülkemiz topraklarına yönelik saldırgan eylemler”in silahlı saldırı eşiğinde olduğu bu durumun, “ciddi tehdit ve riskler oluşturan bir aşamaya” ulaştığı gerekçe gösterilerek, “hudut, şümul, miktar ve zamanı hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi” için TBMM kararı alındı.

Altıncısı, Suriye sınırı kevgir gibi kullanılmaya başlandı. Suriye’deki yönetim karşıtlarının, istihbaratçıların, silahlı-silahsız istedikleri gibi kullandıkları, ağır-hafif her türlü silahın rahatlıkla geçirildiği bir sınır oluşturuldu. Türkiye tarafı, bu militanların üssü yapıldığı gibi, açıktan silah desteği ve sevkiyatı yapıldı. Bu militanlara, Hitler’in “Fırtına Birlikleri”ni anımsatan meşruluklar yaratıldı.

Yedincisi, sürekli olarak savaşın Türkiye’ye sıçrama olasılığından söz edildi ancak uçak düşürülmesinden Akçakale’ye, Cilvegözü’nden Reyhanlı’ya yaşananların önüne geçilemedi. Her seferinde bir düşmandan söz edildi ancak Uludere’de olduğu gibi fail ve sorumlular açıkta kaldı. Türkiye, katliam topraklarına dönüştürüldü. Halk yok sayılıyor. Ne Anayasa var, ne hukuk…

Yaşananları, parça parça, birbirinden kopuk olaylar olarak göremeyiz. Uluslararası destekli terör, iç çatışma ve katliamlar, ölümler, yaralanmalar da, savaşın yeni yüzünü tüm gerçekliğiyle ortaya çıkarmaya çalışanlara, özellikle de gençlere yapılan “sus saldırıları” da, emperyalizmin planlarıyla birlikte bütünsel olarak değerlendirilmek zorundadır. Bütünlüklü bakıldığında, emperyalizmin savaş politikalarına kayıtsız koşulsuz teslimiyet, açık ve net görülmektedir.

Türkiye’nin de içinde olduğu, “belli bir zaman içinde yoğun ve geniş seviyeye ulaşmış” çatışmadan, uluslararası olan ve olmayan yapısıyla iç içe geçmiş “savaş”tan söz etmek gerçek dışı olmayacaktır. Yaşananlarla ilgili belirsizlikler ya da belirsizlik korumaları da, Obama ayarları da bu durumu değiştirmeyecektir.

Emperyalizme ve savaşa hayır ancak ABD ve NATO’ya evet diyenlerin, artık NATO’nun 2010 Lizbon Zirvesi’nden sonra, tamamıyla ABD’nin terörizmi koz olarak kullanıp hegemonyasını sürdürme aracı haline gelmesi gerçeğini görerek, teslimiyetçilikten vazgeçip saflarını netleştirmeleri gerekir.
Milletvekili olmadan ABD patentli Dışişleri Bakanı yapılan Davutoğlu’na “istifa” çağrısı, savaşa bütünlüklü bakışın somut adımlarından biri olmakla birlikte, emperyalizme karşı da somut eylemdir. Onların, “bir arada barış içinde yaşama” sevdası, yalnızca kendi dünyaları için geçerlidir. Savaşın yüzlerini görenlerin uyarı ve direnişleri, soyut ve eşitsiz barış taleplerinden öte, “barış ve sömürüsüz dünya” bütünlüğü içindir ki, susturulması zordur.