Salgın günlerinde Doğan Öz’ü anarken

Bugün 24 Mart. İnsanlık düşmanı-sömürü dostu katillerin kurşunlarıyla 42 yıl önce katledilen hukukçu, insanlık sevdalısı, adalet ve sosyalizm mücadelecisi Doğan Öz’ü anma günümüz.

Bu yılki anma toplantısını İzmir olarak planlamıştık. Salgın günleri nedeniyle yapamadık. Bu nedenle Perşembe yazımı hoşgörünüze sığınarak bugüne çektim.

Bugün, Hukukta Sol Tavır Derneği olarak komünist hukukçularla, işçi avukatlarla, Doğan Öz dostlarıyla geleneksel anmamızı yapacak, Doğan Öz ile hukuk ve yargı arasında köprü kurup, bugünün köprü ayağının nasıl çökertildiğini ama Doğan Öz ve diğer adalet mücadelecileri adına nasıl dik durulduğunu anlatacaktık. 

Doğan Öz, 1980’lere ve oradan da bugüne kadar tüm vahşilikleriyle gelen sömürücü düzende, birçok ilerici, aydınlanmacı, barışsever, yurtsever, emekçi, sosyalist ve komünistin katliamı gibi alındı aramızdan.

Bir Savcı olarak ve de polis takibindeyken katledilmesi, yalnızca 1970’lerin son çeyreğinin Türkiye’sini yansıtmıyor; aynı zamanda kapitalist, emperyalist dünyanın ve bu dünyanın işbirlikçilerinin sömürü hırslarını ve emekçi halka, ilericilere karşı düşmanlığını da yansıtıyor.

Doğan Öz ve benzeri cinayetler bir konuyu netleştirdi: Cinayetlerin sınıfsallığı katledilenlerin siyasi kimlik taşıyıp taşımadıklarıyla ölçülmez. 

Öz’ün, okumak için “Komünist Manifesto kitabını istemesi” notunun Konya Emniyet Müdürlüğünün kayıtlarına girmesinin bilinmesine de gerek yok. 

İnsanı suça iten nedenleri ve suçun kaynağını sorgulayan, kontra gerillanın üzerine giden; yolsuzluklara, devlet güvenlik mahkemelerine, Batı’nın istihbarat örgütlerine, idama ve cezasına, siyasi ve ekonomik işlevi açık faşist örgütlenmelere ve çetelere, Komünizmle Mücadele Derneğine karşı savaşım veren bir hukukçunun katli sınıfsal değil de nedir?

İnsanlık düşmanlarına, piyasaya, gericiliğe, yozlaşmaya, işbirlikçiliğe ve sömürüye karşı bütünsel mücadele veren, devleti ve hukuku toplumsal ilişkilerin ürünü olarak gören şair ruhlu Doğan Öz’ün katli sınıfsal değil de nedir? 

24 Mart 1978 günü Ankara Adliyesi’ndeki görevine gitmek üzere otomobiline bindiği esnada uğradığı silahlı saldırıda kaybetti hayatını.

Savcılık ve Emniyet, Ankara’da sol görüşlü Muzaffer Üstünel’in katli olayında elde edilen kovanların Doğan Öz cinayetinde kullanılan kovanlarla aynı silahtan çıkmış olduğunu tespit etti.

Ankara Bahçelievler’de yedi Türkiye İşçi Partili genç yoldaşımızın katil zanlısı olarak yakalanan İbrahim Çiftçi, Doğan Öz suikastını gerçekleştirdiğini emniyet sorgusunda itiraf ettiği gibi Cumhuriyet Savcılarının sorgusunda cinayeti tüm ayrıntılarıyla anlattı. Eylemi Hüseyin Demirel ve Hüseyin Kocabaş’ın emir ve talimatları doğrultusunda yaptığını söyledi.

Askerî Mahkeme Çiftçi’yi Öz cinayetinden idama mahkûm etti. Askerî Yargıtay soruşturmadaki bazı noksanlıklar nedeniyle Mahkeme kararını bozdu. Askerî Mahkeme, Çiftçi hakkında ölüm cezasına tekrar karar verdi. Askerî Yargıtay Genel Kurulu idam kararını bozdu.

Yargılamayı yürüten Askerî Mahkeme, gerekçeli kararında yargı tarihine geçecek ifadelerle, “İtiraz üzerine verilmiş olsa dahi Askerî Yargıtay Daireler Kurulu kararlarına direnilemeyeceği muhtelif Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararlarından anlaşıldığından ayrıca Askerî Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkemeleri bağladığından Mahkememiz eski kararında direnememiştir. Bir oy farka dayansa da sekizde yedilik oy çokluğuna dayanan Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’nun bozma ilamına, hukuki zorunluluk nedeniyle uyulmuş”tur diyerek sanık İbrahim Çiftçi’nin beraatına karar verdi. 

Böylece dönemin birçok cinayetinde olduğu gibi, akla sığmayacak yollarla ve kararlarla, faili belli suikast faili meçhul (!) kaldı.    

Doğan Öz katliamıyla hem hak aramanın ve yargının çürütülmesinin yolu açıldı, hem de hukuk ve yargının düzen içi hallerini analiz ederek toplumcu gerçekçiliği arayan mücadele insanlarının yolu kapatılmak istendi.

Bir konu daha kanıtlandı: Bu tür katliam ve davalar yalnızca failleriyle, düzenden soyutlanarak okunmaz; düzen, gerektiğinde fail bulur gerektiğinde failleri korumasını bilir.

İçinde bulunduğumuz salgın ortamında Fransa’da 600'den fazla doktorun, salgının yol açtığı krizin yönetiminde "devlet yalanı" söylemeleri, “salgın ile ilgili tehlikeyi bildikleri halde zamanında gerekli önlemleri” almamaları, “halktan bilgi gizlemeleri”,  “Dünya Sağlık Örgütü'nün 30 Ocak'taki uyarısından hemen sonra gerekli olan tıbbı malzeme stoku ve yeterince miktarda test kiti oluşturmak için harekete” geçmemeleri gibi gerekçelerle Başbakan ve Sağlık Bakanı hakkında Paris'teki Adalet Divanı'na suç duyurusunda bulunması önemli bir tespiti ve sorumluluğu gündeme getirip harekete geçmek yönünden anlamlı.

Bu suç duyurusu, Türkiye’ye ve diğer ülkelere de örnek olacak bir mücadele girişimi.

Salgının bilimsel olarak okunması ve yaşanan gerçekler bu tür sorumlulukla birlikte başka ve ağır bir katliamı ve sorumluluğu işaret ediyor. 

Koronavirüs salgını doğanın, insanların ve toplumların sağlığıyla birlikte sağlıklı bir çevrede yaşamayı tehlikeye atma ve sömürüyü sürdürebilmek için keyfice her şeyi katletme suçlarıyla da değerlendirilmeli. 

Bu suçların kaynağında ise kapitalizm var. Uzlaşmacıların işbirlikçiliği de unutulmamalı.

Fransız doktorların girişimi bir yönüyle yerinde. Ancak, Doğan Öz katliamının faili meçhule giden hikayesi de unutulmamalı.

Doğan Öz ve benzeri katliamların faili meçhul olmadığı gibi salgınların ve halkın sağlığı adına görevi kötüye kullanmanın, halkı kandırmanın faili de meçhul değil. 

Evet, suçlulardan hesap sorulmalı; ama mücadele, otorite fırsatçılığının ve suçların kaynağı olan sömürücü düzenden hesap sorulmadan bitmemeli.