Patronların değil halkın meclisleri

AKP, hukuksal girişimleriyle ve baskılarla yerel yönetimlere el atarken siyasal ve ekonomik çıkarlarıyla birlikte kaynak paylaşımına ve mülkiyet değişimine de müdahale ediyor. 

Yerel yönetimler, üretim ilişkilerini büyük sermaye lehine çeviren, yerelle uluslararası sermayeyi doğrudan buluşturup yereli küreselin ikizi yapan, tıpkı başkanlık uygulaması gibi emekçiyi ve halkı siyasetten soğutup gerçek hedeften uzaklaştırarak sömürüye karşı savaşımını kıran işlevleriyle de aktif. 

Merkezi iktidara sahip olan siyasetin yereli de elinde tutmak istemesi hep süregeldi. Kimi istisnai örnekler olduysa da çözülmeler gecikmedi.  Halkı yok sayan çoğunluğa dayalı çıkarcı siyasetin demokrasi anlayışı ve bu anlayışı sermaye birikimi lehine dayatan “ekonomi politik” aksini de söylemez.

Başkanlı yönetime geçtikten sonra, yönetebilmenin etkin aracı haline geldi yerel yönetimler, özellikle de belediyeler. Parlamentonun devrede olmadığı yürütmenin, şirket yönetim şemalı cumhurbaşkanlığı uygulamasının devamı ve etkinliği yerel yönetimlerin elde tutulmasına bağlı. 

30 büyükşehir belediyesi bu yapının etkili ayakları ki, il özel idaresi ve köylerin olmadığı bu yönetim şekli bir tür eyalet işlevi görecek. Arşivde büyükşehirleri elliden fazlaya çıkarılacak taslaklar da hazır. Görev, yetki, sorumluluk ve kaynaklarıyla oynandığında büyükşehir adlı eyaletler tamamlanmış olacak.

2019 yerel yönetim seçimleri geçmişteki seçimlerden farklı amaçlara yönelecek. Anayasalı hükümdarlıkla yönetimin ihtiyacından ve çalışma yönteminden kaynaklanan bu fark, “özerklik” vitriniyle süslendiğinde daha anlamlı olacak. CB ofisinin yerel adalardaki belediyelerle kuracağı ağ aynı zamanda emperyalizmin ağı. 

AKP ve başkanının yerel yönetim sevdaları olağan. Kritik eşikte yerel yönetimleri hâlâ düzene sımsıkı bağlı belediye başkanı ile özdeş gören, böylece AKP ve başkanlı yönetimle farkı kalmayan muhalefet duruyor. “Merkezde başkan, yerelde başkanlar” formülü, sermayenin de tercihi. 

Muhalefetin başkanı öne çıkaran yaklaşımı,  Sevgili Aydemir Güler’in vurguladığı “sağa, daha sağa” tercihiyle buluşunca sermaye memnuniyete boğuluyor, parçalar tamamlanıyor.

“Sağ”a amade başkan yerine ortasını ya da “sol”unu bulmak da yeterli değil. Tek tük örnekler dışında, belediye başkanlarının sermaye ve rant düzenine uyumu malum. Kimilerinin biraz daha sosyalleşmesi gerçeği değiştirmiyor.  

Konuya, başkanı özne yapmaktan ayrılarak bakalım ve soruyu şöyle soralım: Başkanlı merkezi yönetimin vazgeçilmezi olarak görülen yerel yönetimler panzehir olma yoluna çevrilebilir mi? Bu soru, muhalefetin yerel iktidarları çoğunlukla alma savından daha geniş ve derinlikli içerik taşıyor.

Bu içeriği kimi başlıklarla açarsak; hedeflerden biri, AKP’nin önce partili sonra da başkanlı yönetimle halkın elinden geri aldıklarını, topluma ve siyasete yerelde de olsa yeniden kazandırmak olmalı. Buna seçimden seçime, iktidarın gündem ve güdümüyle yapılan kısır siyaseti parçalayıp atmayı da ekleyebiliriz. 

Hem parçalamanın hem de kazanmanın yolu “belediye başkanı”ndan değil, onu da içerecek şekilde “belediye meclisi”nden geçiyor. Görev, yetki ve sorumluluklarıyla birlikte başkanın ve belediyenin yaptıklarını halk adına denetleyen yerel meclislerden ve aktifleşmelerinden söz ediyoruz. Büyükşehirler dışındaki illerin il genel meclisleri de buna dahil edilebilir.  

Yerel meclisler, yerel sınırlar içinde hem görev ve yetkileriyle hem de halkla ilişkileriyle bugünün parlamentosundan daha etkinler. Yeni Anayasayla, başkanlı yönetimin hukuku ve cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle birlikte faaliyeti zamanla azalacak olan parlamentonun kaybettiği mevziler yerel meclislerce doldurulabilir. Buna halkın siyaseten parlamentoya ve merkezi yönetime yanıtı da diyebiliriz.

Yerel meclisleri “halkın meclisleri” haline getirmek için çabalamak hem nasıl yönetildiğimizi görüp nasıl yönetebileceğimizi, yöneten ile yönetilen ayrımını nasıl ortadan kaldırılabileceğimizi daha iyi kavramaya hem de toplumsal yaşamı daha net analiz etmeye yarayacak. 

Yerel meclisler, düzenin halktan uzak tuttuğu siyaseti halka yakınlaştırırken halkı da siyasete yakınlaştıracak. Bunun “somut insanın gerçekliği”ni ve “toplumsal ilişkilerin bütünlüğü”nü yaşama geçirmek gibi daha geniş anlamı da var.

Yerel meclisler,  “halkın öz yönetimi”ne geçişin basamağı olarak da okunmalı. Bu okumanın karşılığı sınıfsal ve işçi sınıfı politikasında. Genel oy hakkının emekçi halk yönünden önemi ve gücü de, halkın günlük ve genel yönetime katılımının kapısı da burada.

Yukarıdaki başlıklarla bağlantılı olarak, sermaye ve devlet birlikteliği içinde “devlet”in kaybettiği kamusallık, yerel meclislerin etkisiyle yerel yönetimlerde yeniden canlanabilir.  

Başkan adaylarının isimleriyle oyalanırken ve Mart seçimini beklerken yapılacak çok şey var. En hafifinden daha çok tartışıp daha farklı öneriler geliştirip yaşama geçirme gücünü kazanmak var. Genel seçim sonunda ortaya çıkan sandık başına gitmeme, oy kullanmama umutsuzluğunu mücadeleye çevirme umudu var.  Somut öneri adımları da bu güçten ve umuttan geçiyor. Yeter ki patronların meclislerini halkın meclisleri yapma iradesi ortaklaşsın, örgütlensin, mücadele cephesine yerleşsin.    

Durarak ve susarak, mücadeleyi somut eylemlerle örmeyerek, umutsuzluğun içinde kaybolarak, düzeni değiştirme hedefine bir adım bile atılmıyor. “Paris Komünü” ve “Sovyetler” deneyimi yeniden ve yeniden incelenecek uygulamalarla birikimle dolu. 

Herkesin her zaman yönetimde ve denetimde olacağı sosyalist cumhuriyette, “kimsenin yönetmemesine” ulaşmanın ve buna alışmanın yolu patronların meclislerini halkın meclisleri yaparak döşenecek.