Ortalık toz duman, uzlaşmacılık yaman

Kimi konular var ki duyunca ya da okuyunca “birileri bizimle dalga mı geçiyor” denir. Kimi konular komplo teorileri olarak tanımlanır. “Hayatta olmaz” gibi kesin karşı çıkışlara “olursa bıyıklarımı keserim, saçımı kazırım” gibi kolay nüktedanlıklar da eklenir. Kimi konular da içinden çıkılamazsa tanrısallığa, tanrısal hikmete ya da kadere bağlanır.

Devrimlere de böyle bakılması, işçi sınıfının sınıfsız ve sömürüsüz toplum yolculuğunun gerçekleşemeyeceğine inanılması, kapitalizmin varlığından ve istikrarından başka seçenek olmadığı saplantısına takılıp kalınması, düzenin istikrarı için her yol deneniyor.   

Kapitalizm sömürü amacına ulaşmak için ölçü, sınır, kayıt, koşul, doğa, çevre, hak, hukuk, insan ve de insanlığı tanımadığı; kendi özgürlük ve adaletinden başka özgürlük ve adalet sunmadığı halde, kabul görmesi için her yol deneniyor. 

Bu sahteliklerle dolu özgürlük, eşitlik, adalet, bağımsızlık, milliyetçilik ve dinsellik ortamında kapitalizmin ve onun tekelci aşaması emperyalizmin kurumlarının, planlarının ve kurallarının olmadığı doğru değil, var. Sömürücünün planları ve kuralları elbette var. Elbette devlet ve hukuk gibi araçlar onlara çalışıyor, dinsellik ve gericilik onlara hizmet ediyor.

Girişte söylediğimiz “olmaz, olamaz” nutuklarını atanların atladığı ya da gözlerini yumduğu ekonomi politik, sömürücülerin duruma ve koşullara göre hızlı, esnek ve sonuca yönelik kararlılıklarını taşıyor. Anında kıvrak hareket edebildikleri gibi düşünce, plan ve proje üretiminde de ehiller ve ikiyüzlüler.

Türkiye’nin açıkta kalmaması da bu yapıyla koşut. AKP’nin ve Külliye'deki danışmanların uluslararası danışmanlık kuruluşlarından, istihbarattan ve emperyalist ilişkilerden soyut olduğunu kim iddia edebilir?  

İşte Türkiye ve devletin, hukukun, ekonominin, siyasetin, emekçi halkın durumu… İşte göç insanları… İşte Ortadoğu, içinde Irak, Suriye, İran… İşte Libya... Hangi meşruluğa ve hukuka uyuyor?

Önce savaşlar yapıldı, sonra savaş hukuku yazıldı. Tarih gösterdi ki, pozitif savaş hukuku her seferinde boşa düşürüldü. 

Erdoğan’ın söylediği “savaş güçleri” konusu istihbarat teşkilatlarıyla bağlantılı silahlı çeteleri açık seçik tanımlarken, AKP’li yandaşların Birleşmiş Milletler için “ta oralardan kalkıp buralara mı gelecekler” demesi boşuna mı?

Yine Erdoğan’ın dile getirdiği, “devletin güvenlik güçleriyle güvenliğin sağlanamaması” konusu hiç de karmaşık değil. Zaten birçok kurumun ya da kuruluşun kendi bünyesinde özel güvenlik birimi var. Üçüncü kişilere koruma ve güvenlik hizmeti veren güvenlik şirketleri de var. Bu birimler ve şirketler bir yasaya bağlı olarak çalışıyorlar.

Özel güvenlik hizmetlerinde çalışanlar, özel güvenlik kapsamında korunan ve güvenliği sağlanan yerlerde can ve mal güvenliğinin ciddi şekilde tehlikeye düştüğü veya düşeceği anlaşıldığında, mülki idare amirleri tarafından görevlendirilen genel kolluğun emrine giriyor.

Buna bir de 15 Temmuz’da, OHAL’de yaşanılan ve ilanı halinde yaşanılacak olan yandaş destekler eklendiğinde militarist tablo tamamlanmış oluyor.

Kapitalizm ulusal ve uluslararası araçları, olanakları ve ilişkileri kullanırken militarist gücü olmadan yaşayamaz. NATO’dan, ordulara, polislere, özel güvenlikçilere ve silahlı çetelere kadar hukuklu/hukuksuz her güç her an devrede. Kimi zaman kurallı, kimi zaman esnek ve keyfi… 

Bunun bir ucunda savaş ve hukukunun, bir ucunda da terörizm ve hukukunun durduğu kanıksatıldı. Her fiili durumda, mekan ve zaman ilişkilerinde bu hukuk hem çalışıyor hem çalışmıyor. 

Şimdi BM içinde bu yeni duruma dair hukuk yazmakla meşgul birileri olsa da bu işgal, göçe zorlama ve kan dökmenin önlenmesinin hukuku yazıldıkça ihlal edilecek; özünde hiç yazılmayacak. Sömürü düzeni başka türlü yaşayamaz.

Evet oyu verilen sınır ötesi tezkereleri, desteklenen harekatlar devamını da getirdi. Hayır oyu da yetmez hale geldi. 

Ah bu düzen uzlaşmacılığı…

Yargı reformunu, hukuku ve yargıyı felç eden siyasi iktidara destek vererek savunanlar aynı paketin içine cinsel istismar affının yerleştirilmesini nasıl önleyecek? 

Hakları gasp eden siyasi iktidarın üst düzey kamu görevlilerini hukuk kurultayına (Ankara Barosu XI. Hukuk Kurultayı) açılış konuşmacısı olarak çağıran bir baro hak mücadelelerinin hangi çekinceyle tartışılacağının sınırını da koymuyor mu? “Katılmaları halinde” notu neyi kurtaracak?           

Evet, ortalık toz duman. Sömürücü vahşilik bütün güçleri ve silahlarıyla insanlığın üzerinde tepinip duruyor. Milliyetçilik ve din körükleme nöbetinde, demokrasi de adaletsiz seçimi ve çoğunluk ilkesiyle uzlaşmacılık görevinde.

İyi bir kapitalizm, daha iyi bir kapitalizm? 

Böyle bir olasılık yok. Var olabileceğinin iddia edildiği zaman dilimleri ve coğrafyalar örnek olarak gösterilirse eğer o örneklerin hep krizle, savaşla, vahşilikle, talanla ve kanla sürdürüldüğü gerçeği de yüzlere çarpar. 

İşte sömürücü devlet ve hukuk, adaletsizlik, eşitsizlik, dinsel gericilik, eğitim ve sağlık ticareti, insan ticareti, yoksulluk, açlık ve borçla yaşama batağı… Sermaye sınıfının istediği koşullarda emek gücünü satın alma ve emperyalist savaşlarda piyon olarak yer alma dışında yaşayamama batağı… 

Demokrasi ve hukuk oyunlarıyla bezenmiş, uzlaşmacılık destekli devasa bir sömürü bataklığı… 

İnsanlık, umut vermesi olanaksız kapitalizme, emperyalizme ve onların sömürücü bataklığında yaşamaya mahkum değil.

İşçi sınıfının aklı, umudu ve örgütlülüğünde mücadele etmek, sosyalist devrim çağında yaşamak hiç zor değil.