OHAL’in kaosunda palazlanan gericilik

Yıkıcı fırtınalara anında gerekli tepkiyi veremeyen muhalefete, yargı ve özellikle Anayasa Mahkemesi, daha sonra da İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi eklenince, sömürücü ve gericilerin “afet”i kasıp kavuruyor toplumu.

Sorun “gerekli tepkiyi vermemek” kadar basit değil tabii… Sözü edilen kurumlarla sınırlı da değil…

AKP iktidar olduğundan bu yana adım adım yerleşen gericilik, OHAL’le palazlandı, pervasızlaştı. Laiklik paramparça edildi. OHAL iyi bir araç oldu…

Rejim değişikliği yapan yeni Anayasa’nın, OHAL’in bir yılı içinde yasalaşarak şaibeli halk oylamasıyla devreye girdiğini de vurgulamadan geçemeyiz.       

İşsizler ve mesleksiz bırakılanlar ordusu genişletilerek hem ucuz ve güvencesiz işgücüne (buraya milyonlarla anlatılan mültecileri de eklemek gerekiyor), hem de mücadelesiz ve örgütsüz emekçi kitlesine zemin hazırlandı. Gözaltı ve tutuklamalar, korku ve sindirme, grev ertelemeler de “mücadele kırma” araçları yapıldı.

OHAL KHK’leri yayımlandığı zaman ilk bakılan, eklerinde görevden ihraç, ilişik kesme, kurum ya da kuruluş kapatma listelerinin olup olmadığı... Masumiyet karinesini ve hukuku silindir gibi ezip geçen, masalarda yaratılmış suçlular listesinde isminiz ya da tanıdık isim yoksa ufaktan bir “ohh” bile çekilebiliyor. Bu kadar basitçe kanıksandı her şey.

Arada bir de göreve iade, öğrenciliğe iade, açılan kurum ve kuruluş listesi… Hem savcı ham yargıç oldukları için, suçlanan “çok”a karşı bağışladıkları “az” da olmalı ki güç kaybı olmasın. Bir de KHK’lerde doğrudan yer verilmeyen, mesleki özelliklere göre ilgili kurumlarına ve bakanlıklara bırakılan kıyım işlemleri söz konusu.

KHK’ler, listeler dışında OHAL’le ilgili olmayan her alana el atıyor. Milli savunma, iç güvenlik, askeri okullar ve hastaneler sil baştan. Yargı, usul hukukuyla birlikte alt üst ve de OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’yla birlikte asli organ değil, sırasını bekleyen tali organ oldu.

İhraç önlemleri, kurum ve kuruluşlara el koyma, yönetme ve devir önlemleri, kayyum ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu işleri, soruşturma önlemleri, OHAL görevlerinde sorumsuzluk, yürütmeyi durdurma kararı yasağı, pasaport ve trafik işlemleri, eğitim, iflas erteleme, kişisel veri paylaşımı, sınav, iletişim, medya hizmet sağlama,  kadro ihdası, bankacılık, ihale, sendika ve toplu sözleşme işleri, grev erteleme, sosyal güvenlik, ilk bakışta göze çarpan başlıklar… OHAL KHK’si değil, binbir surat hukuk yazıcılığı söz konusu; OHAL dönemine bağlı olarak geçici değil, kalıcı…

AKP genel başkanının “yasayla nokta”sı, artık “KHK ile nokta” oldu. Yasalar denetime tabi iken KHK’lerin denetimsiz olması tabloyu daha da vahimleştiriyor, hukuku da düzen siyaseti gibi vahşileştiriyor.

Meşruiyeti olmayan iktidara, meşruiyeti olmayan anayasanın nasip olması da sermaye memnuniyetinin ürünü. Seçeneksizlik, “yüzeysel eleştiri” ve “sorumsuzluk” arasına yerleşmiş muhalefetin de işine gelmiyor mu?

Sermaye iktidarı ile siyasi iktidar “ihtiyaç-amaç” birlikteliğinde, emperyalizmin yolunda tam gaz ilerliyor. Sürekli OHAL, sürekli baskı, sürekli sömürü…

Bu düzeni besleyecek “anayasa” da hazır, beklemede. İçinde düzeltmeler ve iyileştirmeler yapılamayacak derecede değişti, dönüştü her şey.

OHAL kaosunda palazlanan sömürü düzeni değil yalnızca. Gericilik en rahat dönemini yaşıyor ve çift yönlü çalışıyor. Laiklik ve bilim “dinsel dogmalar”la saldırı altında tutulurken, dinsellik de yaşamın her alanına yerleştiriliyor.

Bir devlette, yurttaşlık ilişkilerine, eğitime, öğrenime, sağlığa, devlete, hukuka, siyasete, ekonomiye, toplumun yaşam tarzına ve giyimine dinin yerleşmesi önlenemiyorsa; dinsel ideolojinin varlığı tartışılmaz hale getiriliyorsa ve buna halkın bir bölümünün militanlığı da ekleniyorsa “İslami faşizm” için daha ne kalmıştır geriye?

Anayasa’ya karşın kendini bu kadar rahat hisseden AKP’de midir bütün maharet?

Oğuz Oyan’ın Salı yazısında açılımını da yaparak yazdığı gibi, “AKP’nin İslamizasyon hamlelerinde kendini bu kadar rahat hissetmesinin bir nedeni de ciddi bir muhalefet görmeyeceğine inanması” değil midir?

Ve bu konuda aydınlanmayı teslim alan liberallerin maharetleri unutulacak mıdır?

Ya da sermaye sınıfının işçi sınıfını susturması için dinselliğe sarılması görmezden mi gelinecektir?     

Bu kapitalist/emperyalist sömürü koşullarında, ne yüzeysel aydınlanma mücadeleleri ne de göstermelik eşitlik ya da adalet arayışları hedefe ulaşabilir.

“Sınıf mücadelesi”nden, “sınıf temelli siyaset”ten uzaklaşıldıkça boşluğu din temelli siyaset doldurmaya, sermaye de sömürüye devam edecek. “Boyun Eğme” başlığında dediğimiz gibi “o halde sosyalizm”…