Laiklik ve yeni anayasa

Ali Rıza Aydın'ın “Laiklik ve yeni anayasa” başlıklı yazısı 18 Nisan 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen laik Cumhuriyet ilkesi, egemenliğin ulusa ait olduğu, ulusal irade dışında herhangi bir dogmanın siyasal düzene yön vermesine olanak bulunmadığı, hukuksal kuralların dinsel buyruklar yerine demokratik ulusal talepler esas alınarak aklın ve bilimin öncülüğünde kabul edildiği, çoğunluk ya da azınlık dinine, felsefi inançlara veya dünya görüşlerine mensup olup olmadıklarına bakılmaksızın, din ve vicdan özgürlüğünün ayrımsız ve önkoşulsuz olarak herkese tanındığı ve anayasada öngörülenin ötesinde herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadığı, dini veya din duygularının kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklandığı, devletin tüm işlem ve eylemlerinde dinler ve inançlar karşısında eşit ve tarafsız davrandığı bir cumhuriyeti öngörmektedir.

“Anayasa koyucu, ülkenin koşullarını dikkate alarak dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri siyasi çıkar yahut nüfuz sağlamak amacıyla kullanılmasını laiklik ilkesinin korunması bakımından zorunlu görerek, yasaklama yolunu seçmiş ve temel hak ve özgürlüklerin kapsamı dışında bırakmıştır.

“Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında ayrıntılı olarak açıklanan laiklik ilkesi düşünsel temellerini Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma dönemlerinden alır. Çağdaş demokrasilerin ortak değeri olan bu ilkeye göre, siyasal ve hukuksal yapı, dogmalardan arındırılarak akılcılığı ve bilimsel yöntemleri esas alan katılımcı demokratik süreçlerin ürünü olan ulusal tercihlere dayanır.

“Bireylerin anayasal özgürlüklerinden inanç, din, mezhep veya felsefi tutum nedeniyle ayrımsız yararlandığı, akılcılığı esas alan bir süreç olan aydınlanma koşullarının sağlandığı toplumlarda laik ve demokratik değerler özümsenir, siyasal, sosyal ve kültürel yaşam da buna bağlı olarak evrensel değerlerin egemen olduğu çağdaş bir görünüm kazanır. Laikliğin bu işleviyle toplumsal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer olduğu açıktır. Bireylerin özgür vicdani tercihlerine dayanan ve sosyal bir kurum olan dinler, siyasal yapıya egemen olmaya başladıkları veya ulusal irade yerine siyasal yapının hukuksal kurallarının meşruiyet temelini oluşturdukları anda toplumsal ve siyasal barışın korunması olanaksızlaşır. Hukuksal düzenlemelerin katılımcı demokratik süreçle ortaya çıkan ulusal irade yerine dinsel buyruklara dayandırılması, birey özgürlüğünü ve bu temelde yükselen demokratik işleyişi olanaksız kılar. Siyasal yapıya egemen dogmalar öncelikle özgürlükleri ortadan kaldırır. Bu nedenle çağdaş demokrasiler, mutlak hakikat iddialarını reddeder, dogmalara karşı akılcılıkla durur, dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklayabilecek toplumsal ve düşünsel temelleri yaratır, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini siyasallaşmaktan ve yönetim aracı olmaktan çıkarır.”

***

Yukarıdaki görüşler, Anayasa Mahke-mesi’nin 5 Haziran 2008 tarihli (E.2008/16) kararından alınmıştır. Katılıp katılmamak, “dinsel değerlere hakaret” ya da “halkın değerlerini aşağılama” saymak, okuyucunun takdirine kalmıştır. Biz yakın tarihten bir anımsatma yapalım istedik.

Anayasa Mahkemesi’ne göre yürürlükteki Anayasa, “toplumsal sorunların Anayasa’nın açık hükümleri çerçevesinde ve demokratik barışı ve uzlaşıyı esas alan yöntemlerle çözümü yerine, dinin, din duygularının veya dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilmek suretiyle kullanılmasına” izin vermemektedir. AKP’nin, 2008 yılında Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yaptığı “dinin araçsallaşmasına” yönelik değişiklikler, bu anayasal bütünlüğe takılmıştır. Anayasa’nın 2. maddesindeki laiklik ilkesini dolaylı bir biçimde değiştirdiği gerekçesiyle, 4. maddesinde ifade edilen değiştirme ve değişiklik teklif etme yasağına aykırı görülerek iptal edilmiştir. Bu Anayasa’ya aykırılık, AKP hakkında açılan ve yine 2008 yılında karara bağlanan kapatma davasında, Parti’nin “demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine” aykırı eylemlerin odağı olduğuna ilişkin deliller arasında da sayılmıştır. Davada, “kapatma” yerine, “devlet yardımından kısmen yoksunluk” yaptırımı uygulanmıştır.

AKP kararında, “Dinin ve dinsel duyguların istismarı nedeniyle laikliğe aykırı görülen davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açabileceği”nin inkar edilemeyeceği belirtilmiştir. Anayasa aynen yürürlükte olduğu halde, bugün başta yasalar olmak üzere yapılan hukuksal değişiklikler, Anayasa tanımayan yargı kararları, eğitim sistemini altüst eden laiklik ihlalleri, dinsel ikiyüzlülük, düşünce ve yaşama el atan fiili durum açık seçik ortadadır. Dinsel siyaset zirveye vurmuştur. AKP, yeni anayasa girişiminde, emperyalizmin büyük planına ve sermaye-devlet bütünlüğüne bağlı diğer birçok nedenle birlikte, bu fiili “uyumlu İslam” durumunun ve gerici yaşam tarzının anayasal meşruiyetini vazgeçilmez nedenler arasında görmektedir.