Kimin eli kimin cebinde

Para ve din ile özdeşleşen devlet, AKP düzeni ile öyle ilişkilere manşet oluyor ki, evlere şenlik. Mızrak çuvala sığmıyor. Paranın, cismi bir yerlere sığmadığı gibi düşüncesi de beyinlere sığmıyor, tüm ilişkileri ağızlardan sapır sapır dökülüyor. 

Kimin elinin kimin cebinde olduğu fazla da meçhul olmayan ortamda, en tepeden başlayan malumun ilanı çalçenelik, bakanlardan belediye başkanlarına kadar, iyice ortaya düştü.

Bütün bu kokuşmuşluk içinde hâlâ bu devlete ve hukuka, dolayısıyla da çoğunluk iktidarına saygısını esirgemeyenler var ve bu saygı temiz ile kirliyi, iyi ile kötüyü bir arada tutuyor.

Kirlenmenin, kötülüğün, yozlaşmanın, hırsızlığın, cinayetlerin ve yobazlığın arenasında “umut” bekleniyor. Bir bakan ile bir belediye başkanının kapışmalarından, o ellerin ve ceplerin kördüğümünden, savcılık soruşturmaları sonucu çözüm bekleniyor.

Neoliberal düzenle özdeşleşen devlet, olağan sömürü düzenini sürdürürken de otoriterleşirken de hukuk kurallarını kullanıyor. Düzeni reddetmeyenler, hukuku bir adalet tanrıçası resminde görürken, hukukun üstünlüğüne ve adaletine toz kondurmuyor. İşte egemen siyaset de bu saygıya sığınarak tozu dumana katıyor.

Kurulu düzenin hukukunun, fiili adaletsizliğin ve sömürü düzeninin hukuku olduğunun biline biline kabulü, yolsuzluğu perdelediği gibi otoriter hukuka karşı mücadeleyi de kırıyor. Sömürünün aracı olan hukuku masumiyet sınırları içinde tutanların, o hukukla temiz bir sayfa açmaları olanaksız olduğu gibi, baskının aracı olan hukuka karşı mücadelede de başarı şansı yok denecek kadar az.

İşte İç Güvenlik Yasa Tasarısının durumu… Bir yandan bireysel düşünce ve ifade özgürlüğünün varlığını savunup, diğer yandan toplumsal düşüncenin açıklanması ve yayılmasını engellemekle kamu güvenliğinin korunacağı iddiasında diretenler, Meclis ve  düzen içi direnmeye karşı galipler.

Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlardan oluşan siyasal yöneticilerin ve üst düzey bürokratların, daha genel anlatımla devletin ortaya koyduğu savlar, düşünce ve ifade özgürlüğü yönünden sınırsız; karşı olanlarınki ise sınırlı… Sınır da öyle hukuksal filan değil keyfi; istenildiği an güvenlik güçleri halkın tepesine biner, hem de geliştirilmiş silahlarla…     

Bir bakan ya da belediye başkanının tartışması ve gerekirse feda edilmeleri ile yetinildikçe, bu tür sözde iç çatışmalarla ile avunuldukça, sömürü düzeninden kurtulmak olanaksız. Paralel denilen iç çatışmada da aynı avuntu yaşandı, yaşanıyor.

Özelleştirme, kentsel dönüşüm, büyükşehir, toprak ve su kullanımı, madencilik, orman, ihale, imar, iskan, acele kamulaştırma, rant, vergi, mülkiyetin ve gelirin yeniden dağılımındaki tüm unsurlar gibi birçok alanda hukukla koruma altına alınan birikim ve talan düzeni varken, sınıfsal karşıtlık keskinleşmişken,  iki ismin ya da grubun kapışmasından umulan medet, devede kulak gibi bir şey. Birkaç kurban, olsa olsa düzeni meşrulaştırma aracı olur.

Sermaye ile devlet buluşmasındaki engellerin ve boşlukların kapatılması yöntemi olan yolsuzluk, zaten bu düzenin ürünü… Bir yandan da sermayenin kendi içindeki rekabetinin doğal uzantısı… Hukuksal ya da olgusal olarak meşrulaştırılmış adları, bağış, yardım, komisyon, kâr, rant, faiz, zekat olan birçok ayni ve nakti hareket sonuçta aynı kapıya çıkıyor.

Kapkaç ve sömürü düzeninin devleti değilmiş gibi davranmak, halkın olan ve halktan toplanan kaynakları halka dağıtılıyormuş gibi göstermek, ancak güneşi balçıkla sıvamaya kalkışmak gibi bir şey… Sermaye alanında kontrol edilemeyeni, devlet alanında kontrol etmeye kalkışmak da, pislik denizine bir kürek toprak atmak gibi bir şey… İki kişiye soruşturmak açmak, birkaç kamu görevlisini yargılamakla ne güneşin ateşi söner ne de deniz kurur.

AKP siyaseti ve hukukunun, hem yerli ve yabancı sermayeden hem de “burjuvazinin parazit katmanları”ndan ayrılığı, olağanüstü kazanç ve rant ortamından kopukluğu düşünülemez. Şiddet ve gericilikle birlikte yaşayan bu sömürü düzeni, talanın, yolsuzluk ve hırsızlığın koşturduğu arenadır. Bu arenada sadece seyirci kalarak birinin kazanmasını ya da kaybetmesini beklemek, vahşiliğin şölenine katılmaktan öte işe yaramaz.   

Kimin elinin kimin cebinde olduğunu bildiğimiz gibi, kimin hukukunun da kimin ensesinde olduğunu biliyoruz. İç çelişkilerden medet umanlar, neyle karşılaşacaklarını bekleyedursunlar; düzenin iktidarının tepetaklak gitmesi ve hesap vermesi için kolları sıvayanlar, düzenin devamı için yapılacak genel seçimi de örgütlenme ve mücadele aracına çeviriyorlar. Yalnızca aritmetik hesabıyla seçime bakmanın altında ezilmek istemeyenlere duyurulur.