Kemirgen 
ve diktatör

Herkes, ağzına geldiği gibi, önünü sonunu düşünmeden konuşabilir mi? Herkes, nezaket dışına çıkarak ağır, düşüncesizce, ağzına geldiğini söyleyebilir mi?

Başbakan, kimi siyasiler, kimi bürokratlar konuşabiliyor. Onlar konuştuklarıyla kalıyor, konuştukları da arşivlerde… Son iki örnek: Başbakan, halkın bir kesimine “kemirgenlerden hiçbir farkı yok”, Denizli Emniyet Müdürü de “evet diktatörüm, var mı itirazın” diyor.

Başbakan, milletin seçimle gelen vekili ve Cumhurbaşkanı’ndan sonra yürütmenin başı. Hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeten siyasi sorumlu. Emniyet Müdürü ise hukuki sorumluluğu olan, bulunduğu ilin genel emniyet ve asayişinden sorumlu, atanmış üst düzey bürokrat. Her ikisi de devletin önemli ve sorumlu kişileri… Yaptıkları her şey, attıkları her adım, söyledikleri her sözle hem siyasilere ve kamu görevlilerine hem de halka örnek olması gereken kişiler. Öyle ağızlarına geldiği gibi konuştukları düşünülmeyen, güvenilmesi gereken kişiler.

Onlar ne diyorsa doğru olduğu kabul edilir, yalan söylemezler söylememeleri gerekir. Onlar hakkında, hakaret ettikleri ya da demokratik hukuk devletinde olmaması gereken bir statüyü savundukları için soruşturma başlatılmaz, dava açılmaz. Bir kaza olursa, iki ara bir dere sözlüklerdeki kelimelerin anlamları da yeniden yazılır, konu kapatılır.

Peki, yurttaş, bir başbakana “kemirgen” ya da bir emniyet müdürüne “diktatör” derse ne olur? Bu sorunun iki yanıtı olabilir. Birincisi, aynı sözcükleri kendileri de kullandıkları için, statüleri gereği sorumlu ve örnek oldukları ve ağızlarına geleni söylemek gibi bir yanlışa düşmeleri beklenmeyeceği için bu sözcüklerin anlamları olumlulaştırılarak, karşılıklı hoşgörü içinde herhangi bir sorun ortaya çıkmaz. İkincisi, her iki sözcük de hem kişiye hem de kamu görevlisine hakaret sayılarak, soruşturma başlatılır. Söz konusu kişiler yakalanma sırasında diretirlerse de ayrıca kamu görevlisine mukavemetten işlem yapılır. Tartaklanmalarında da sakınca görülmez.

Bizim İnatçı Keçi, “‘Kemirgen’ tutmaz. Biz Kemirgen’e sahip çıkmayız asla, Çapulcu’yu sahiplendiğimiz gibi. Çünkü ağaçları, kenti, imanı, inancı ‘kemiren’ biz değiliz” diyerek durum saptaması yaptı (soL, 26.7.2013). Yavuz Alogan ise “Büyük bir ciddiyetle yaşayarak, kitapları, sözcükleri kemirdim geniş bir görüş açısı edinerek ‘müesses nizam’ı da elimden geldiğince kemirmeye çalıştım. Ben bir kemirgenim. Çapulcu kemirgen” dedi (soL, 30.7.2013). “Yedirmeyiz” savındaki Başbakan da “Bazıları da diktatör diyor. Bu nasıl diktatör ki sizin gibi o Gezi Parkı’nı işgal edenlerle samimi çevrecileri kabul ediyor. Böyle bir diktatör var mı yahu dünyada? Orada size gösteri yaptırtacak ha, mümkün mü” diyerek (hurriyet.com.tr, 17.6.2013) diktatör konusuna açıklık getirdi.

Tartışmaların nasıl sonuçlanacağına Haziran Direnişi’nin geleceği karar verecek. “Kemirgen”den söz edince aklıma Mustafa Gülüsever’in, 12 Mart’ta geçen “Zehirli Neşriyat” başlıklı öyküsü geldi:

Evlerde arama yapan güvenlik güçleri, topladıkları kitapları bilinmeyen yerlere götürürler. Zehirli neşriyatların adları medyada yayımlanmaya, aileler korkmaya başlar. Kahramanımız dalgın bir şekilde cami yanından geçerken, halini hatırını soran imama derdini anlatır. İmam, “benim kitaplar da depoda duruyor, getir oraya koyalım” der. Bizimki, şakayla karışık “ikimizin kitapları yan yana durmazlar” dese de “kitapların insanlar gibi kavga etmeyeceğini, evrene ışık vereceğini” söyleyen imamın kararlığından cesaretle kitaplarını depoya getirir. Ortalık gevşeyince kitapları almak için imamla birlikte depoya inerler. Keskin rutubet kokusu içinde cirit atan fareleri görürler. İmamın kitapları, kağıt harmanı gibi delik deşik, bizimkinin kitapları ise sağlamdır. Şaşırırlar. İmam, heykelden farksız donup kalır. “Şimdi anladım, senin kitapları farelerin neden yemediğini. Boşuna söylemiyorlardı evinizde zehirli neşriyat bulundurmayın diye. Baksana senin kitapların zehirli olduğunu fareler de biliyor” der.

Kahramanımız, “Bu alanda uzmanlaşmış fareler var mıydı? Yoksa uzmanlar mı fareleşmişti” diye hâlâ düşünüyorsa, bir de “muhbir fareler” yoracak kafasını… Merak edilen bir başka konu da, zehirli kitapların farelere “yedirmeyiz” deyip demedikleri…