Kamu emekçisi

Ali Rıza Aydının “Kamu emekçisi” başlıklı yazısı 21 Şubat 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Merak etmeyin, 657’liyi yılan da çıyan da sokmaz”.

Bu sözler, 1980’lerin ilk yarısında piknikte bir ağacın gölgesine uzanan memur arkadaşa, “aman uyuma” uyarısında bulunduğumda aldığım yanıttı. O zaman gülerek geçiştirdiğimiz bu sözü, farklı çağrışımlarla hep anımsarım. Bir yandan, güvenceye ve güvencenin yarattığı kaygısızlığa bağlarım, diğer yandan sömürüye ve ezilmeye…

Şimdi AKP, ne anayasal güvence diyor, ne de eşitsizlik ve yoksulluk… Memura her yönden el atıyor.

Devlet ve memur kavramları, hem koparılmaz bütünlük hem de karşıtlık içerir. Memur, devlet politikalarını uygulayarak kamu hizmetini yerine getirirken toplum yararına çalışır. Devlet, toplum yararından uzaklaşarak egemen sınıf çıkarını gözettiğinde, memur da ona uymak zorundadır. Kamu emekçisi, tüm topluma yayılması gereken kamu hizmeti ile egemen sınıf yararına yönelen hizmet arasında çelişki yaşar. Bir yandan, hukukun gereklerini ve devletin buyruğunu yerine getirmeye çalışırken, diğer yandan toplumun karşısına devlet gücünün üstünlüğü ile çıkar, egemenin baskısını uygular.

Memurun da hakları vardır. Haklar devreye sokulduğunda, devlet ve hukuk karşısına çıkar. Kamu hizmeti için haklardan özveri istenir. Memur olmadan devlet çalışamaz, üretemez, hizmet yapamaz. Memur çalışmadan, devlet fabrikasının çarkları dönmez. Sözün özü, memur emekçidir. Bu öz, hangi organ ya da hiyerarşik kademede olursa olsun (yüksek yargıç, yargıç, savcı, avukat, öğretim üyesi, üst kademe yöneticisi, asker vd) tüm kamu hizmeti yapanlar için geçerlidir. Hangi statüde olursa olsun tüm kamu görevlileri, işçilerle birlikte, “kamu emekçisi”dir.
Genel nitelendirmeyle “burjuva devlet” ise hizmet ettiği sınıfa en iyi hizmet için, en az maliyetle çalışacak, Anayasa ve yasalara sadık kalacak ve buyrukları yerine getirecek kamu görevlisi ister. Sömürü düzeninin devamında sıkıntısız hizmet için çeşitli ödül, baskı, ceza yöntemleri, farklı ücret politikaları uygular. Yasaları da bunun için kullanır. “AKP’nin memuru”, “AKP’nin sendikası” sevilir, gerisi yok sayılır.

Kamu emekçisi ile sömürü devletinin düzeni derin karşıtlık içerir. Burjuva hukuk düzeni bu karşıtlığı, “kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler”i yürütecek memur ve diğer kamu görevlisi için anayasal ve yasal çerçeveyle çözer. Uluslararası ilişkiler devreye girdiğinde, kamu emekçisi ulus devlet dışına da hizmet vermeye başlar. Bir yandan da, kamu hizmetini kabul etmekle içine girilen “statü” hukuku, siyasal iktidar tarafından fırsata çevrilir, yandaşlık çalıştırılmaya başlar. Yandaş olan ödülünü, olmayan cezasını alır. Yetmez, tıpkı AKP’nin yaptığı gibi, kamu emekçilerine meydan okumaya başlanır. Sermayenin uluslararası kuruluşlarından “emeğin yüksek maliyeti” şikayetleri, “esneklik” önerileri gelmeye başlar. İstenen şey, anayasal ve yasal güvenceyi ortadan kaldırmak ve kamu emekçisini sömürü düzeni içine atmaktır. Disiplin, sürgün, işten atılma, sendika-dernek baskını, gözaltı, tutuklama tehditleriyle emir kulu yaratmaktır.

Emekçiyi, devletin içinde ve dışında, yanında ve karşısında yer aldırarak, kamu-özel diye ayırarak bölmek, sınıfsal karşıtlığı bölmeyi amaçlar. Oysa sermaye-devlet işbirliği ile savaşım bütüncül ve gerçekçi yaklaşımı gerektirir. “Sınıf Tavrı” hareketi, “insanca bir yaşam, eşitlikçi bir düzen” hedefi ile bu bütüncül savaşımın adını koyarak gerçek için verilecek savaşımda yol ve yöntemin adını koymuştur. Birinci hedef açık ve nettir kadrosu ve özlük haklarıyla anayasal ve yasal güvenceyi korumak… Ancak, kural koyucunun egemen sınıfla özdeşleşmesi ve neoliberal piyasa anlayışına uygun personel rejimi unutulmamalıdır. İkinci hedef, bu güvencenin üstüne grevli, toplu sözleşmeli sendikal haktır. Üretim ilişkileri ile şekillendirilen ve ticarileştirilen devlete ve her türlü baskıya karşın, toplumsal yararı gözetme de sömürüye karşı duruş da bu hakkın kesintisiz ve sorunsuz kullanımıyla olanaklıdır.

Kamu emekçisi, kendisinin sömürülmesini kırma amacıyla katı hukuksal güvence üstüne grevli, toplu sözleşmeli sendikal hak talebiyle yetinmemelidir. Sermayenin istikrarını ve “besin kaynaklarının sürekliliğini” sağlamak rolünü üslenen piyasacı ve gerici devlet, kamu çalışanına güvence sağlayıp özlük haklarını doyurucu hale getirse bile sömürü düzeni, toplumsal kölelik devam ettiği sürece savaşım da devam etmek zorundadır. Sınıf tavrının bütünselliği ve anlamı da “kapitalist sömürünün çerçevesi” içine sıkışıp kalmamayla kendisini gösterir.