Kaçak

Seçim haberleri bıktırdı. Bir o kadar da ilgi çekiyor.

Nihayetinde bir demokrasi yanılsaması yaşatılıyor. “Hiç olmazsa demokrasinin muslukları açıldığında sular akıyor, bir de akmazsa” deniliyor.

Akmaması kötü. 12 Eylül 1980’i ve sonrasını yaşadık, sıkıyönetim dönemlerini yaşadık. Daha yakında Temmuz 2016’yı ve OHAL dönemini yaşadık.

Sular akıyor da… Bir, nasıl akıyor? İki, kimler için akıyor?

Dokuz yıl önce (2010, Odatv’de) yazmışım. Bir fıkra olarak var mı yok mu bilmiyorum ama yaşanmış bir olay. Şimdilerde de yazıdan alıntı olarak dolaşıyormuş sosyal medyada.

Odatv’deki dostlarla -şimdi Ahmet Mümtaz idil ve Doğan Yurdakul aramızda değil, ikisini de özlemle anıyorum- olağan sohbetlerimizden biriydi. Kasetten komploya, suçlama bombardımanından masumiyet karinesine, Anayasa değişikliklerinden halkoylamasına, 12 Eylül 1980’den 12 Eylül 2010’a, yargının ele geçirilmesinden siyasi partilere, demokratik kitle örgütlerinden cemaatlere, Tekel işçilerinden 1 Mayıs kutlamalarına, işsizlikten MÜSİAD-TÜSİAD buluşmasına, batan işyerlerinden 500 büyük şirkete, Amerika’dan Türkiye’ye geniş bir yelpazede derin tartışmalara daldık.

AKP’yi konuşurken “aklıma bir fıkra geldi” dedim, “aslında yaşanmış bir olay”... Sonra da anlattım.

İç Anadolu’da bir ilçeye atanan kamu görevlisi, kiralayacağı evi gezerken, ev sahibi de ev hakkında kapsamlı bilgi verir. Bir ara evdeki musluklar hakkında da açıklama yapar:

"Mutfak musluğu ile banyodaki duş ve musluk kaçağa bağlı; lavabo musluğu ise su saatine... "

Arkadaş, biraz anlamak için biraz da şaşkınlıkla sorar:

"Neden ikisi kaçağa bağlı da, lavabo musluğu saate?"

Yanıt açık ve net gelir:

"Lavaboda aptes alıyorduk; haram karışmasın diye kaçağa bağlamadık!"

Kapitalizmin demokrasi dediği şey işte böyle çalışıyor. Kurumları ve kuralları var ama birçoğu kaçağa bağlı.

Adaletsiz düzenin, adaletsiz hukukun ve seçimlerin özeti bu… Siyasi iktidar seçimi kazanırsa demokrasi var, her şey normal; kaybederse kaçak var.

Sanılmasın ki bu durum AKP’ye ya da düzen içi partiler arasındaki iç çelişkilere bağlı.

Gün gelir emekçi halk sınırlı olarak yerellerde yaptığını yaygınlaştırırsa ya da merkezi yönetim için ağırlığını koyarsa aynı yönteme bu sefer sermaye sınıfı başvurur. 12 Mart 1971’de, 12 Eylül 1980’de yaşatılanların özü budur.

Oyun onların kurallarıyla oynanır, birazcık dik durulursa da oyun sırasında kural değiştirilir. Kurallar da esnek mi esnektir, nereye çekmek isterlerse oraya oturur.

Hukukun üstünlüğünü ve özgürlükleri hep aynı esneklikle ve koşulla başa oturturlar: Sermaye sınıfının üstünlüğü ve özgürlüğü…

Kaçağa bağlı olan aygıtlarla sömürmeye devam ederler; bağlı olmayanlarla sömürü düzenlerine kılıf uydururlar.

Genel oy hakkı için verilen mücadeleler ve bu mücadelelerin emekçiler yönünden anlamı ve sınıfsal özü de bu nedenle düzen siyaseti tarafından hep ihmal edilir, unutturulmaya çalışılır.

İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçim yenileme hikayesi de böyle bir değnek. Bir ucunda her şeye karşın baskı ve keyfilikle yönetime sahip olma kavgası, diğer ucunda sermayenin paylaşım kavgası ve krizi…

Kapitalistlerin demokratlığı bu kadar: Tüm seçimler sömürücü sınıf için… Sürekli aldatıp, sürekli kaçak yapıyorlar.

Bu arada, ayrı bir yazı konusu olacak kadar can alıcı olmakla birlikte değinmeden geçmeyelim. Diyanet İşleri Başkanlığında görevli imamların, “kamu görevlisi” sıfatıyla sandık kurullarında yer alması, DİB’in ve AKP’nin parti devletinin laiklik karşıtı, ayrımcılığı dayatan, genel oy hakkının eşitlik ilkesini bozan, seçimi bir mezhebe ve tarikatlara teslim eden, dinsel özgürlüğü yalnızca inananlara ve onların içinde de bir mezhebe sıkıştıran baskı unsurundan başka bir şey değil. Kaçağa bağlanan ve bağlanmayan musluklar gibi…

Genel oy hakkı üretim ilişkilerini yansıtmaktan öteye geçemeyince, tıpkı eşitlik gibi bir yanılsamaya dönüşüyor. Kapitalizmin demokrasi anlayışıyla sosyalist anlayış arasındaki gerçek bu.

Kaygıya, kuşkuya, yılgınlığa gerek yok. Üçü de “korku”nun besleyicileri. Dördü de mücadele kırıcı…

Sermaye sınıfı yararına yönetilen savaşı işçi sınıfı yararına yönetilen savaşa dönüştüren gerçek mücadele sınıfsaldır, örgütlüdür ve kırılmaz.