İhtardan gericiliğe AKP

AKP’nin Türkiye’yi içine ittiği sömürü ve gericilik batağı göz göre göre geldi. Kimileri gözünü yumdu, kimileri arkasını döndü.

Yargı kararlarını tanımamak, uymamak da AKP için yeni bir şey değil. Kaşarlanmışlık var; adı da AKP hukuku.

Anayasa Mahkemesi’nin AKP kapatma davasını anımsatarak başlarsak, aksak yürüyüşü malum hukuk devletinin halini ve hukuk devleti nutukları çekenlerin bu duruma katkısını tek örnekle açıklamış oluruz.

2008 yılında kapatma davası sonuçlanıp, AKP’nin, “Anayasa'nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasındaki demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi nedeniyle” kapatılması yerine, “Devlet yardımından yarı  oranında  yoksun   bırakılması”na kararı verilince, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç toplantı sonrası açıklama yaparak kararın sonucunu duyurmuştu.

Anayasa’daki üçte iki çoğunluk olan yedi sayısının tutturulamamış olmasından dolayı Kuruldan bir kapatma kararı çıkmadığını belirten Kılıç, “Ama bu kararın sonucunda partiye bir ihtar kararı çıkmıştır. Ciddi bir ihtar kararı çıkmıştır. O nedenle bu sonucun değerlendirileceğini ve gereğinin yapılacağını umut ve tahmin ediyorum" diye konuşmuştu. Yani, “AKP’nin suçu sabit ama şimdi kapatılmadı; bu bir uyarıdır, laik cumhuriyet ilkelerini ihlal etmeye devam ederse sonucuna katlanır” demeye getirmişti.

İhlal ne demek, o günden bu güne ne Anayasa kaldı uyulan, ne de laiklik… Dinselleşme, bir yandan devletin, siyasetin ve toplumun damarlarına sızdı, aklın ürünü olması gereken hukukun satıları arasına yerleşti, eğitime zamk gibi yapıştı, kadını tutsak etti; diğer yandan kan gölünün besleyicisi oldu. Ve artık her yer namazgah…

Liberal destek besledikçe palazlandılar, anayasal denetim yolları karardıkça hızlandılar.

Dinselleşme, “inanç masumiyeti” görüntüsüyle, toplumsal ilişkilerin içine, devletin ve hukukun içine sinsi sinsi yerleşti. Devleti yönetenler uygulamalarında fetvalara, yargıçlar kararlarında dinsel referanslara başvurmayı; hukuk hocaları dinsel davranış kurallarını “İslam hukuku” diye anlatmayı görev saydı. Yasakoyuculukla göğüslerini kabartan milletvekilleri, yasalara dinsel madde yazmakla tarihe geçti.

Şimdi de güçleri yeterse, uzun anlatıma gerek kalmadan dinsel anayasa yazacaklar: “Bu anayasada hüküm bulunmayan hallerde Kuran uygulanır. Uygulamaya ilişkin usul ve esaslar fetvalarla belirlenir” diyecekler.   

“Siyasi partilerin kapatılmasına karşıyız” diye diye “parti devleti” yaptılar Cumhuriyet’i… “Dinsel özgürlük” diye diye -güçleri yeterse- “İslam Devleti” kuracaklar.

Siyasi partiler kapatılmamalı; ama “siyasi partiler”… Hani o insan aklının siyasal ortaklık olarak yarattığı, siyasetin öznesi siyasi partiler; toplumun öncüsü, örgütlü mücadelenin vazgeçilmezi siyasi partiler…

Anayasa Mahkemesi’nin AKP kararında da belirtildiği gibi, laiklik, “özgürlüğe ve bilime” dayanır ve “siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir”; “siyaset ile din ve inanç ayrımını” gerekli kılar.  “Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler” de “dinsel niteliklidir”. “Laik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır”. Dinler, “siyasal yapıya egemen olmaya başladıkları veya ulusal irade yerine siyasal yapının hukuksal kurallarının meşruiyet temelini oluşturdukları anda toplumsal ve siyasal barışın korunması olanaksızlaşır”.

Anayasa’nın 24. maddesinin son fıkrası, “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” diyerek, dinin veya din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin siyasi çıkar yahut nüfuz sağlamak amacıyla kullanılmasını laiklik ilkesinin korunması bakımından zorunlu görerek yasaklama yolunu seçmiş ve bunları siyasal ifade ve eylem özgürlüğünün kapsamı dışında bırakmıştır.

O halde, dini siyasetin rehberi yapan, hukuku dinsel kurallarla yazıp devleti dinsel kurallarla yöneten, toplumsal yaşam tarzını dinsel şablona oturtan her kişi ve kurum, bunların başında da siyasi partiler, devletten, hukuktan, siyasetten ve toplumdan gönderilmeli; gönderilmekle yetinilmemeli, hesaplaşılmalı.

2008’in Anayasa Mahkemesi başkanı, “ciddi bir ihbar kararı”, “gereğinin yapılacağını umut ve tahmin ediyorum” dedi; ağabeylik yaptı. Ama tutmadı. AKP’nin geldiği süreç, papazın hikayesine döndü: kayık gönderildi binmedi, helikopter gönderildi binmedi; umut beklenen siyasetin sonu hazin oldu. Ağabeyliğe geçmiş olsun.

İhtara rağmen gericiliği hizmete sunan AKP tahtı bırakmıyorsa, düzen siyasetinin kanatlarının çabası büyük… Bu çaba, düzen siyasetini de gericiliğin içine itiyor. Onlara da geçmiş olsun.

Nezaket, “geçmiş olsun” dedirtiyor ama gericiliğin özelliklerinden biri kronikleşme, diğeri de yağ lekesi gibi yayılarak toplumu sarması.  

Kurtarıcı aşı, namaz kuyruğunda, dualarda, dinsel dayatmalarda değil, gericiliğe karşı aydınlanmanın örgütlü mücadelesinde…