Hukuku da dönüştürmek şart

Ne zaman “değişim” ve “dönüşüm” kavramları üzerine düşünmeye kalksam, Franz Kafka’nın “Dönüşüm”ünü, bu eserin Ahmet Cemal çevirisindeki “Kafka’yı yeniden çevirirken” başlıklı önsözü ve sonsözü anımsamaktan kendimi kurtaramam.

Ahmet Cemal, Kafka’nın anlatısında gerçekleşenin, bir değişim değil, dönüşüm, başkalaştırma olduğunu söyler; “Gregor Samsa, insanlıktan çıkıp bir böceğe dönüşür”, aslında “burada sözü edilen ‘hayvan’, asıl ya da olması gereken insandır!” Bu ince dil ve düşünce işini bir kenara koyup, konumuza girelim.

“Tam 13 yıldır tek başına iktidarda olan AKP, Türkiye’yi yönetememiştir. Bu dönemde Türkiye’nin yapısal hiçbir sorunu çözülememiştir. Aksine her alanda sorunlar derinleşmiş, Türkiye’nin önündeki büyük fırsatlar kaçırılmıştır. Ülkemizin çok değerli zamanı boşa harcanmıştır.” Bu sözler, “7 Haziran Genel Seçimi ile yurttaşlarımız, 13 yıldır devam eden tek parti iktidarını sona erdirmiş ve değişim istediğini açıkça göstermiştir” diyen CHP’nin 1 Kasım 2015 seçim bildirgesinde geçiyordu.

Yurttaşların, “değişim isteğini açıkça gösterdiği” savlanan seçim, 1 Kasım’da çöpe atıldığı gibi, 15 Temmuz’dan sonra da çok şey değişti, değişmeye de devam ediyor.

Ana muhalefet Partisi, aynı bildirgede şunları da söylüyor: “AKP iktidarında ayrımcılık, ötekileştirme ve kutuplaştırma gündelik hayatımızın her alanına damgasını vuruyor. ‘Önyargı, kin ve nefret’ toplumsal barışı ve bir arada yaşama arzusunu tehdit eden boyutlara ulaşmış durumda. AKP toplumu ayrıştırıyor, kamplara bölüyor. İktidar partisi, kendi siyasi çıkarlarını korumak için toplumda var olan ideolojik ve kültürel ayrışmaları derinleştiriyor. Karşılaştığı her sorunu, daha büyük sorunlar ve krizler yaratarak aşmaya çalışıyor. Gerilimin sürekli tırmandırılması çatışma ortamlarına zemin hazırlıyor. Çatışma ve kavga artık toplumun her alanını etkiliyor. Bu tablonun tek sorumlusu AKP’dir.”

Ve hukuka da giriliyor bildirgede: “Türkiye, Anayasa’nın askıya alındığı, siyasal sisteminin ne olduğunun bilinmediği, kararların Saraylarda verildiği, devletin bir bütün olarak meşruiyetinin aşındığı bir dönemden geçiyor. Tek adam rejimi kurma hevesi, sistemin tüm kurallarını aşındırıyor. Otoriter rejim Türkiye’nin istikrarını yok ediyor. Hukuk güç karşısında susuyor. Keyfilik artıyor. Gücün karşısında hakkın, hukukun sesi olması gereken adliyeler, güçlünün baskı aracı oluyor. Adaletsizlik toplumsal hayatın her alanına yayılıyor. Hukuk susuyor; silah konuşuyor. Hukuk susuyor; hırsızlık, yolsuzluk, sistemi sarmalıyor. Hukuk susuyor; baskı artıyor. Hukuk susuyor; ezenler dokunulmaz hale geliyor, ezilenler çaresiz kalıyor. Siyaset ve demokrasi bir buhran yaşıyor.”

Ana muhalefet Partisi, “Türkiye’nin büyük bir dönüşüme ihtiyacı var. Türkiye’nin CHP’nin ısrarla savunduğu ‘büyük dönüşüm hedeflerinin’ gerçekleştirilmesine ihtiyacı var” diyor ama aslında diğer düzen partileri gibi dönüşümden değil, sermaye düzenini korumaktan söz ediyor.

Bildirgeden aldığımız bu satırları okuyanların bir kısmı, “bunları yazan partinin AKP’yi meşrulaştırmasına” şaşırıyor, bir kısmı sosyal demokrasinin düzenle özdeşlemesini olağan karşılıyor, bir kısmı da tepkili. Ama çoğunluğu suskun…

Çünkü sorun, iç çelişkinin dışa vurumunda, ana çelişkiye yanaşılmamasında: Kapitalist düzen istikrarlı olarak korunacak; “iş dünyası”, üzerindeki yükler kaldırılarak yaşamaya devam edecek, piyasa “iyi ve adil bir biçimde” yaşayacak, emperyalizmle uyum sürecek. Laiklik içi boş olarak, adıyla yaşayacak; gelir dağılımı düzelecek, kuvvetler ayrılığı çalışacak, parlamento işlevli hale gelecek, yargı bağımsız, hukuk üstün olacak.

Ama sınıflı toplum devam edecek, sermaye sınıfı egemenliğini engelsiz yaşayacak; emekçiler sınıfsal mücadele yerine bu düzene razı olacak. İşsizliğin azalması, iş güvencesi ve güvenliği, çalışma hakları, sosyal haklar,  ücrette adalet için çabalar bu düzende sürdürülecek.

Sosyal demokrasinin tüm kazanımları geri alınacak, “barış, istikrar ve kalkınma” gelecek ama sınıflı toplum devam edecek. Emekçiler sömürülmeye devam edecek, kendisini sömürenlerle barış içinde, uzlaşıyla yaşayacak. Kapitalizmin ekonomi politiği olan “sömürü” istikrarlı olarak devam edecek.

                                                                      ***

Düzen siyaseti, muhalefet ederken her ne kadar dönüşüm sözcüğünü kullansa da başkalaştırmadan değil değişimden örnekler veriyor, düzen istikrarından sapmaları ve hukuksuzlukları iyileştirmeye soyunuyor. Bunu yaparken de AKP’yi tek başına sorumlu görüyor.

Oysa AKP kılını kıpırdatmıyor; Ana Muhalefet Partisinin dediği gibi 13 yıldır sürdürdüğü iktidarını kaybettiği bir seçim yaşasa bile, iktidardan gitmiyor. Gitmediği gibi, OHAL’siz OHAL’li her gün hukuku ve uygulamayı değiştirmeye devam ediyor. Antilaik düzen gibi dönüştürdüğü alanlar da var. Değişim o denli keskin ki, OHAL KHK’leri için ne TBMM denetimi usulüne uygun çalıştırılıyor, ne de dün reddedilen KHK iptal davasında olduğu gibi Anayasa Mahkemesi denetimi… Mahkeme kararlarının doğru/yanlış olduğuna denetlenenler karar veriyor. Aydemir Güler’in dün yazdığı gibi “hukuksuz ve devletsiziz”. Artık “demokratik, laik hukuk devleti” yok, ümmetçilik ve keyfilik var; hepsine de bir hukuk kılıfı var.

İktidar partisinin ve muhalefet partilerinin dönüşümden söz etmeyecekleri tek yapı, sermaye düzeninin üretim ilişkileri, mülkiyet ve sözleşme hukuku. Bu hukuku, kimi nüanslarla düzenlemeye kalksalar bile olduğundan başka biçime sokamazlar, başkalaştıramazlar. Bireyin ve özelin çıkarı yerine kamusallığı getiremezler.  Sermaye iktidarı yaşadığı sürece, siyasal iktidarın hukuk üzerinde yapacağı en radikal el atmalar bile hep değişim olur, dönüşüm olmaz.

Sermayenin istikrarı için “sürünün dışına çıkanı ezen” iktidar hukuku, “sürekli kölelik” için vardır ve değişimler bu özelliği ortadan kaldıramaz.

Evet, hukuku da dönüştürmek gerekir. Ama bu dönüşüm, hukuku, sermayenin egemenliği ve denetimini sağlayacak araç olmaktan çıkaracağı için, düzenin siyaseti tarafından yapılamaz. Hukukun dönüşümü için, önce toplumsal ilişkilerin ve üretim ilişkilerinin dönüşümü gerekir.

Düzen siyasetinden devrimci bir program çıkmaz. Öte yandan devrimci bir program yazıp, “devrimci olmayan bir güncelle” bu programı gerçekleştirmek de olanaksızdır. Hele bir de emek-sermaye çelişkisinin dolayımsız çalışmasını perdeleyen dinselleşme ve gericilik gibi günceller altında kalınırsa, dönüşüm hedefine ulaşmak zorlaştıkça zorlaşır.   Güncel yaşamın, sınıfsal mücadeleyi köreltmesine göz yumuldukça sınıfsız toplum gerçekleşmez ve hukuk da bu toplumsal ilişkinin ürünü olarak dönüştürülemez.