Hukuksal sapıklık

Laik hukuk devletinden uzaklaşma, masumiyet karinesi ihlalleri, güvenlik soruşturması, OHAL uygulamaları ve devamı, çifte standart hukuk ya da keyfiliğin hukuka dönüştürülmesi, muhalefet etme ya da eleştirmenin hakaret sayılması ve bunlar gibi birçok örneği vardı; ekonomiyi eleştirmenin suç sayılıp cezalandırılması da konuşulmaya başlandı.

Anlamı ve amacı açık:

“Düzenimizin güvenliği ve istikrarı için ne yaparsak yapalım, ne görürseniz görün, ne duyarsanız duyun ağzınızı açıp tek sözcük konuşmayacaksınız.”

“Dahası böyle bir konuda düşünce özgürlüğünüz de olmayacak.”

“Öyle temel hak ve özgürlüklermiş, anayasallıkmış, sakın ha… Bunlar ancak düzen için var. Sizin demokrasi, hak ve özgürlük dediğiniz, hatta yaşam dediğiniz şey bizim düzenimizle sınırlı.”

“Biz kapitalist düzen için, emperyalist işbirliği için her şeyi yaparız, sizin bize karşı düşünce, tavır ve eylemlerinize de izin vermeyiz.”

“Kul olacaksınız, biat edeceksiniz.”

Diyorlar.

Hukuksal sapıklık, aklımda kalan, 1961 Anayasasını hazırlayan komisyonun sözcülüğünü de yapan Prof. Dr. Muammer Aksoy’un bir yazısında geçiyordu. Hukukun paçavra halini o kadar güzel anlatıyor ki…

Paçavra dediysek; emekçi halka, toplumsal gerçekçiliğe paçavra. Yoksa sermaye sınıfı ve siyasal iktidar gayet memnun.

Öylesine memnunlar ki, bırakalım SSCB döneminin etkisiyle ayağa kalkan burjuva hukuku ve evrensel hukuk ilkelerini, liberal dünyalarının hukukçularının savunduğu liberal hukukun, sapmalarıyla, sapıklıklarıyla, keyfilikleriyle, çürümüşlüğüyle ulu orta yerlerde sürünmesine ses çıkarmıyorlar.

İnsanların uyamayacağı kurallar yazılmazmış, insan ilişkileri kanunla yönetilmezmiş, sermayenin ve siyasal iktidarın düşünceleri serbestken muhalefetin ya da eleştirenlerin düşüncelerinin yasak olduğu kanun olamazmış, kurallar çelişki yaratmaz ve tutarsız olamazmış, hukuk olanaksızı talep edemezmiş… Böyle yazıyor liberal hukukçular.

“Külahıma anlat” diyorlar artık, kendi hukukları ve ilkeleri için bile külahıma anlat diyorlar. Yeter ki çürümüş, yozlaşmış düzenleri yaşasın. Yeter ki sınıfsal düzen ve istikrarlarına, sömürü dünyalarına eleştiri olmasın. Hele hele sınıfsal karşıtlık hiç olmasın.

Gerçi sömürü sınıfının düzeni hep böyle yürüyor. Dönemsel özelliklere göre sınıflarının yaşaması ve istikrarı için her yol deneniyor.

Yine 1961 Anayasası'nın hazırlanmasında yüksek pay sahiplerinden biri olan, Kurucu Meclis Anayasa Komisyonu üyeliği yapan, 11.11.2019 günü aramızdan ayrılan Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın başına gelenler, AKP’nin yaptıklarının kapitalist düzen ve antikomünizm üzerine kurulu olduğunu göstermiyor mu?

“Anayasaya Giriş” kitabı nedeniyle “komünizm propagandası” suçlamasıyla mahkumiyet tarihi 1971 Mümtaz Soysal’ın. Server Tanilli’nin Uygarlık Tarihi’ne de tahammül edemediler.

Doğrudan öğrencisi olmadım ama hastalığından kaynaklanan son dönemler dışında, meslek yaşamımda çok şey öğrendiğim, anayasa hukukunun püf noktalarını tartıştığımız, kendi teori ve pratiğini hiç üste çıkarmadan benim uygulamadan kaynaklanan görüş ve önerilerimi önem vererek dinleyen bir hocamdı.

Siyasi yaşamı döneminde açtığı iptal davalarıyla Anayasa yargısına yüksek katkıları oldu. Özelleştirmeye karşı mücadelesi, bu nedenle 1994’de kurduğu Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi (1996’da vakfa dönüşen KİGEM), KİGEM’deki çalışma ve üretimler (burada dostluğuyla mutlu olduğum İlter Ertuğrul’u anmadan geçemeyeceğim), dersleri, eserleri, yaşamı unutulmayacak sevgili Mümtaz Soysal’ın.

Her şey kanunla düzenlenip yasaklanır mı? Hukukla hukuk düzeni dışına çıkılır mı?

Hukuku duayenlerinden öğrenenler bu tür sorulara net ve sert “hayır” der. Hukukla haşır neşir olanlar ve “laik hukuk devleti”nde yaşamayı isteyenler de “hayır” der.

“Hayır”lar çoğaldığında ve hadlerini aşanlara karşı direnişe dönüştüğünde hukuksal sapıklıklar da başını kaldıramaz.

O hale gelindi ki etrafımızda ne söylenirse ne yapılırsa “bu kadarı da olmaz” deniliyor. Ama o hale gelindi ki “bu kadarı da olmaz” denilen çok şey toplumsal yaşamın içine sızıveriyor.

Bu kadarı da olmaz denilenler, seçimi, yasama organını ve de yargıyı araç olarak kullanarak bir bir yaşama geçiriliyor.

Gereksiz sınırlandırmalar ve yasaklamalar Meclis’in yetkilerini gasp etme anlamına gelir deniliyor ama ortalık gereksiz sınırlama, yasaklamalarla dolu; hukuk ihlalleriyle dolu.

“Berat Albayrak cumhuriyettir” diyen milletvekiline kızgınlık had safhaya çıkabilir; 29 Ekimlerde kutlamalar, 10 Kasımlarda anmalar kalabalığıyla fotoğraflanabilir; kimi siyasi liderler de eleştirel sözleri nedeniyle alkışlanabilir. Bunlar sürerken çürüme ve yozlaşmayla birlikte hukuksal sapıklıklar da artarak sürüyor.

Canlarını sıkan her şeyi yasaklamaya kalkarlarsa bunun adı hukuk devleti olmaz, “kanun” daha doğrusu “polis” devleti olur. Mümtaz Hoca’nın deyişiyle; “sınırsız yetkilerle donatılmış devlet gücünün ‘keyfiliğe’ kayması, ‘polis devleti’ sözünün vatandaşlara hukuk güveni vermeyen, zorbalığa kaçan rejimler için kullanılmasına yol açtı”.

Yolculukları sınırsız değil, işçi sınıfının devrimci mücadelesine engel olmak için ne kadar baskı ve yasak uygulanırsa uygulansın, devrime kadar.