Hukukla faşizm

Çürüyen, halkı da çürümeye tutsak etmeye kalkan AKP’nin, keyfiliği ve kirlenmişliği klinik hali çoktan aştı. Yalnızca Hükümet uygulamalarından ve Erdoğan’ın yargı dahil her alana müdahalesinden değil, “AKP hukuku”nun içinden de “zorba yönetim” çıkıyor.

“Hukuk mu kaldı” diyenlere, AKP yasalarını ve devlet gücünün kişisel, siyasal ve saklı amaçlar için kullanımına yasama sürecinin de dahil edildiğini anımsatalım. Burjuva hukukunun biçimsel özellikleri kullanılarak zorba yönetimi uygulama yolu, hem meşru olarak gösteriliyor hem de uygulayanlara destek, güç ve kolaylık sağlıyor.

Çıkarcı, baskıcı ve hak ihlaline neden olacak yasa teklif ya da tasarıları, niteliği biline biline, yasama sürecinde biçimsel yolculuğuna çıktığı zaman meşruluk kılıfına da girmiş oluyor. Çoğunluk gücü kullanılarak da aynı kılıf içinde yolculuğunu tamamlayarak yürürlüğe girip uygulanıyor. Sistemin kurum ve kuralları bu süreci önleyemiyor. Oyunun kuralları, aynı kurallar kullanılarak bozuluyor.

Solun, Haziran Direnişi’nden bu yana “AKP Hükümeti’nin meşruiyetini kaybettiği ve istifası gerektiği” savını ciddiye almayanların 24 Şubat’tan sonra aynı söylemi kullanmaya başladıkları görülüyor. Sıra Meclis meşruiyetini tartışmaya gelince de ret cephesi oluşturuluyor.

Sonuçta, Haziran Direnişi ile eriyişi keskinleşen AKP’nin, pislik batağında bocaladığı zaman diliminde getirdiği günübirlik/çıkarcı yasalarına, Meclis’te meşruluk kazandırılıyor ve bu yasalar meşru olmayan Hükümet tarafından uygulamaya sokuluyor.

Kapitalizmin bunalımı ile siyasal iktidar bunalımı buluştuğunda, faşizmin hortlama damarları da kabarıyor. Haziran direnişini ve solun dirilişini kırma hedefinde, vahşi sermaye ile AKP’nin buluştuğu göz önünde bulundurulduğunda, “AKP Hükümeti meşru değil” savına karşı gereken yapmadıkça, emperyalizmi ve sömürü düzenini korumaya hizmet ediliyor.

AKP, söz ve karar sahipliğine bir fiske vurulacağını hissettiği an demokrasinin kurumlarını kullanarak hukuka yükleniyor. Böylece bu çıkar hukuku, hem üstünlüğüne inandırılan kurum olarak hem de halkın seçimle gelen temsilcilerinin eseri olarak gösteriliyor ve çıkarcı işlevini de yerine getiriyor. Hukuksuzluk, dedikodu çemberi içinde, seçimler de bahane edilerek laf cambazlığına sıkıştırılırken, faşizm hukuk yoluyla adım adım uygulanıyor.

Cumhuriyet’in, laikliğin, adaletin ve yargının hukuk yoluyla yok edildiğini görmezden gelenler eğitim ve sağlık hakkının, yaşam hakkının, emekçilerinin hak ve özgürlüklerinin hukuk yoluyla yok edilmesine, engel olamayarak, aracı olanlar “elimizden gelen bu, biz kurulu düzen kurallarını zorlamayız” diyenler ses kayıtları üzerinden polemiklerle AKP’yi ve liderini gayrimeşru ilan ederken, “AKP hukuku”na katkılarını unutmasınlar. Uzlaşma içinde olup, üst yapı üzerinden yüzeysel tartışmalar yapanların, “solda boşluk var, biz doldururuz” deme hakkı da düşer.

12 Eylül 1980 faşizmi “seçim”siz gelmişti, AKP faşizmi “seçim”li… 12 Eylül’de militarist yönetimin ağzından çıkan sözler, MGK yasaları olarak kabul edilmişti, AKP yasaları seçimle gelen Meclis’ten çıkıyor.

Ortada, parlamento tarafından denetlenen bir hükümet yerine, hükümet tarafından yönlendirilen bir parlamento var. Tüm vahşilikler ve pislikler, “paralel yapı” tartışması içine de sıkıştırılarak, herkesin gözleri önünde semizleniyor.

“AKP’nin ihtiyacı”na göre yasa çıkarılması, yaşam tarzına ve yargıya müdahale edilmesi, yalnızca AKP’nin devamına değil, neoliberal politikalara da destek verildiği sürece kabul görüyor. Düzenin muhalefeti de, kapitalizmin “yönetimde istikrar” savı altında erimeye mahkum oluyor. Egemen sınıfın istediği yasaların çıkartılması ile AKP’nin baskıcı ve çıkarcı yasalarına göz yumulması arasındaki denge belirleyici gibi gözüküyor. Bu görüntü yerel seçimlere de yansıyor. “Gibi” gözükmeyen, net olan ise sol kararlılık.