Her şey yasaya uygun

AKP, neoliberal düzenden devraldığı çifte standart insan haklarını, toplumsal ve ekonomik hakların önüne geçirirken, bireyi baskı ve korku altında tutma ile toplumu baskı ve korku altında tutmayı özdeşleştirdi.

Kendisinden önceki yasaların tamamlayıcısı olan İç Güvenlik Yasası, “polis devleti”ni de aşarak devlet şiddeti ve cinayetlerinin, yargısız infazların meşrulaştırması için aktif işlev üstlendi.

Toplum içinde oluştuğu iddia edilen “şiddet eylemleri”nin önlenmesi için devletin daha ağır şiddet uygulamasının yolu açıldı. Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklamalar, soruşturma ve davalar yaygınlaştı.

Toplumun, nefes alınamayacak odalara tıkılıp kalması isteniyor. 

Modern ve akıllı adliye sarayının küçücük bir odasındaki üç kişinin kurşun yağmuruna tutularak öldürülmesi, Yasa’nın ilk uygulaması olarak “başarılı” ilan edildi. İstanbul’da başlayıp Ağrı’da devam eden uygulamalar, gelecek operasyonların da nasıl olacağının emarelerini fazlasıyla gösterdi.

Bu tür güvenlik yasaları, düzen ve siyasal iktidar karşıtları nesne konumuna itilerek, onlar üzerindeki tüm baskı ve şiddet hukuksal gösterilerek, kamu düzeni/millî güvenlik gibi soyut temellere dayandırılır. Parlamentonun, yani seçimle gelen temsilcilerin gücü üzerine yerleştirildiği için de, teknik tartışmalar ya da itirazlarla revize edilme dışında, pozitif hukuku kolay terk etmesine rıza gösterilmez. Alışkanlık yaratır ve muhalifleri de kurulu düzen hukuku içine tutsak eder.  

Sermayenin baskı ve şiddet yasalarına yaklaşımı, kriz atlatılması, düzenin korunması ve istikrar amaçlı olacağı için, kimilerinin sandığının aksine, bu tür yasaların kapitalist/emperyalist yapı ile bir uzlaşma sorunu da olmaz.

Emperyalizmin Ortadoğu müdahalelerindeki işgalin meşru gösterilmesinde olduğu gibi, düzen sahiplerinin egemenlik hakkının korunması için başvurulan her yol mubah gösterilirken, şiddetin de bu kapsam içine alınmasında sakınca görülmez.

Sindirilmiş bireyden sindirilmiş topluma, hatta sindirilmiş toplumların ülkelerine uzanan geniş bir pazar alanı, diğer deyişle evrenselleşmiş piyasa, iç güvenlik yasalarına hep sarıldı, sarılmaya da devam ediyor. “Başka ülkelerde de aynı örnekler var” savı, Türkiye’deki İç Güvenlik Yasası tartışmalarında da kullanıma açılırken, aslında neoliberalizmin kriz atlatma politikaları devreye sokuluyor.

Sonuç, kapitalist/emperyalist düzenin hegemonya gerilemesini ve güvenliğini işaret ediyor. AKP’nin görevi, seçim dahil tam yol ilerlemek. Şiddete uğramamanın yolu, düzenle barışık yaşamak, onun hukukunu benimseyerek dostluk(!) çemberi içinde kalmak, karşı cepheye geçmemek, sınıfsal bakmamak olarak sunuluyor.

Devlet baskı ve şiddetinin hukuku ve gerekçeleri, sınıf ilişkileri dışında okunamaz. Görünürdeki gerekçeler ne kadar yaygınlaşırsa yaygınlaşsın, gerçek gerekçe sınıfsal karşıtlık ve hegemonyada yatar.

Düzenin devamı için devlet ve hukuk hem aracı hem de kılıf yapılırken, toplum üzerindeki baskı ve şiddet yasalaştırılırken,  sömürü meşrulaştırılıyor; toplumsal direnme hakkı ve devrimci kararlılık ise eritilmeye çalışılıyor.

Öte yandan, sermayenin sınırsız tahakkümü ile gericiliğin sınırsız tahakkümünün buluşması,  AKP gibi partilerden uygun desteği bularak, saldırı, şiddet, yaralama ve öldürmelerden, iş cinayetlerinden beslenirken, düşman hukukuna “cezasızlık iklimi”nin eklemesi de ihmal edilmiyor. Cezasızlık güvencesi, şiddeti isteyenlere de uygulayanlara da keyfi güç veriyor.

Oysa ne maşa olanlar, ne de gerçek sorumlular olarak siyasal iktidar ve düzen kalıcı… Bunu bildikleri için de şiddet amaçlı “güç uygulama kapasiteleri”ni artırıyor; hukuk kılıfına ve “köle ruhlu” savcıları ile yargıçlarına sığınıyorlar. Hukuk ve sandık tuzaklarıyla dolu seçime sığınıyorlar.

Sömürü, kâr, rant, hırsızlık, yolsuzluk, talan, cinayet, diktatörlük, kalıcı sıkıyönetim… Bu kalenin içindekiler dost, kaleyi eleştirenler ise düşman… Ve her şey yasaya uygun.

Sonuçta hukuksal meşruiyet, yerini yasal meşruiyete devrediyor ve yasal meşruiyet ile olgusal meşruiyet karşı karşıya geliyor. Oysa olgusallık karşısında, hukuk da seçeneksiz değil.

İnsanlık suçunun, yasaya uygun ve topyekûn işlenmesi egemen sınıf yönünden meşru ise, bu sınıfın hesaplarının topyekûn kesilerek düzenlerinin yok edilmesi de emekçiler ve halk yönünden meşrudur.