Gölge

Ali Rıza Aydın'ın "Gölge" başlıklı yazısı 30 Mayıs 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Fırat Tanış’ın 25.5.2013 tarihli soL’daki “Bay Lider” başlıklı yazısında, alnının ortasına botox yaptıran ve “Nerden çıktı bu botox” diye yakınan Bay Lider ile sekreteri arasında geçen diyalogta sekreter, “Başbakan’ın gölgesini aldırdığını öğrendikten sonra siz de botox yaptırmaya karar vermiştiniz” der. Bay Lider şaşkın bir ifadeyle, Başbakan’ın gölgesini neden aldırdığını sorar. Sekreter, “Yaşadığı belli olmasın diye efendim” şeklinde yanıt verir.

Herkes kendi gölgesinde yaşamıyor. Bir de başkalarının gölgesinde yaşayanlar var. Başkalarının söylediğiyle kural koymak, başkalarının koyduğu kurallarla yaşamak bunun en tipik örneklerinden. Aslında burjuva demokrasilerinde hukukun, “başkalarının koyduğu kurallar” şeklinde nitelendirilmesinin özünde de bu yatar.

Kimin hukuku olursa olsun, kime baskı yaparsa yapsın hukukun üstünlüğü konusunda söz söyletmeyenlerin, hukuka sözü ve özü ne olursa olsun toz kondurmayıp kayıtsız koşulsuz tapanların, üretim ilişkileri ve toplumsal ilişkiler ile hukuk arasında bağlantı kurmayanların, başkalarının gölgesinde yaşamaya dair sorgulamaları da zayıflıyor. Stefan Zweig’ın deyişiyle, “Her gölge, eninde sonunda yine de ışığın çocuğudur” ama ışığın kimliği ve hayatı, gerçekten yaşamayla ilgili endişeler de vurgulanmalıdır. Güneşin bütün gücüyle parlamasındaki umutla, gölgenin karanlık çizgileri arasındaki umutsuzluk, aydınlıkla karanlık, barışla savaş, yükselişle alçalış arasındaki yaşam gerçeği anımsanmalıdır.

İçinde yaşadığımız AKP dönemi, “seçimle gelen çoğunluk iktidarı” söylemiyle sözde demokrasiyi ışık yaparken gölgelerdeki karanlığı da saklıyor. AKP’nin koyduğu kurallar, öncelikle kapitalizmin ekonomi politiğini yansıtıyor. Bir yandan sermaye birikimini besliyor, diğer yandan sömürüyü… Ancak bu yetmiyor. Toplumun yaşam tarzına da el atmak suskun, kabulcü bir toplum yaratılmak isteniyor. Bir yandan emek, emekçi ve örgütlenme baskı altına alınıyor, diğer yandan eğitim-sermaye uyumlaştırması yapılıyor. Bir yandan sistem karşıtları demir parmaklıklara teslim ediliyor, diğer yandan yandaşlar adaletin terazisinde temize çıkarılıyor.

AKP’nin hukukunun ışıklarından biri sömürü kuralları, diğeri ise dinsel kurallar. İş ve çalışma yaşamına ilişkin, eğitime ve sağlığa ilişkin, doğa ve kültür varlıklarına, kentsel dönüşüme ilişkin birçok hukuk kuralı birinciye örnek iken, 4+4+4 eğitim yasası ve alkol yasağı adı altında yapılanlar da ikinciye örnek. Yeni anayasa provaları da bu ikilinin karışımı… O klasikleşmiş, tanrı egemenliğinden insan aklına geçiş söylemleri AKP hukukunu temize çıkarmaya yetmiyor.

“Allah’ın isimlerinden biri de El Hakem’dir. Yani hüküm verendir. Yani kullarının nasıl ve ne şekil yaşayacaklarına dair emir ve yasaklar koyan ancak Allah’tır. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Fakat Türkiye’de yaşayan insanlar olarak çok iyi biliyoruz ki 1920’lerden sonra hakimiyet, yani emir ve yasak koyma Allah’a değil millete verilmiştir. Hatta hakimiyet, kayıtsız şartsız milletindir denmektedir. Türkiye’de şeriat, yani Kur’an kanunları değil, insanların kendi kafalarından çıkardıkları kanunlar geçerli olmaktadır. Bu yetmiyormuş gibi bir de laiklik şartı vardır.” İnternet ortamında, posta kutularına atılan broşürlerde yer alan bu sözcüklerin savunucuları ile kurulu düzen içinde çalışan AKP arasındaki bağ bir yana, AKP öyle bir buluşma yapıyor ki, bir taşla birçok kuş vuruyor.

Bu buluşmanın özeti, AKP’nin toplumun yaşam tarzına müdahale ederken dinsel kurallardan yararlanması ve bir adım daha atarak Başbakan’ın ifadesiyle “inancın emrettiği”ni hukuk kuralı haline getirmesi… Laik devlette, bir dinin, peygamberin ve din kitabının yasayla koruma altına alınması, dinsel eğitim ve giyim tarzının, dinsel yaşam tarzının hukuk kuralı yapılması, günlük yaşam dilimlerinin dinsel yaşam tarzına uyarlanması gibi birçok örnek, AKP türü siyasal iktidarların hukukunun, aslında hangi ışıkların gölgesi olduğunu açık seçik gösteriyor.

AKP’nin hedefi, gericilik-piyasacılık buluşmasını boşluk bırakmadan tamamlamak… Ancak, kendi demokrasisi ve hukuku uçurumdan yuvarlanırken, Napolyon’un düşündüğü gibi ipi kesip kendisini kurtarmaya ya da Bay Lider oyunundaki gibi yaşadığı belli olmasın diye gölgesini aldırmaya sığınıyorsa yanıldığını anımsatalım.