Gerçek bir Şili öyküsü

“Akıllı çocuklar için kesinlikle öznel ve fakat gerçek bir öykü” aktaracağım bugün. 

Eylül 1981’de yayın yaşamına başlayan aylık sanat-edebiyat dergisi “Yarın”, “Yarın Yayınları”ndan çıkardığı kitaplara ek olarak dergi eki kitapçıklar da verdi. Bunlardan biri de (Mart 1984 tarihini taşıyan) “Şili” kitapçığıydı.

Girişte alıntı olarak aktardığım sözcükler “Şili” adlı bu kitapçığın alt adı. Allende dönemini sona erdiren 1973 darbesinden sonra, yıldönümlerinde, Türkiye dahil birçok ülkede Şili halkıyla dayanışma etkinlikleri düzenlendi, eylemler yapıldı. Aktaracağım öykü İsveç’te yayımlanıp Avrupa’da geniş destek gören bir kitapçıkta yer alıyor. 

Bugün Şili halkının mücadelesini desteklerken, bu onurlu ülkenin nereden nereye nasıl geldiğini de anlatan -köşe yazısı sınırlarını zorlayacak uzunlukta da olsa bir çırpıda okunabilecek- öyküyü paylaşmak yerinde olacak.

Kitapçık, her sayfasında resimlerle anlatının birbirini tamamlamasıyla oluşuyor ama burada resimlerin birini verebileceğiz. 

Öyküyü, 1973 Şili’sini düşünerek ama yalnızca Şili örneğiyle sınırlandırmayarak, dünyayı, Türkiye’yi ve de günümüzü değerlendirerek tam metin olarak aşağıda okuyabilirsiniz.  

***

ŞİLİ

Akıllı çocuklar için kesinlikle öznel ve fakat gerçek bir öykü

Birkaç yıl önce, bir grup iyi giyimli, orta yaşlı beyefendi, dünyadaki aslî kötülüğü konuşmak için biraraya geldiler. Bu beyler, büyük çokuluslu şirketlerden ITT’yi (telefon, teleks ve benzeri şeyler), Kennecott’u (bakır madenleri vs) ve Anaconda’yı (yine madenler) temsil ediyorlardı. Sorunları, Şili’den elde ettikleri kazancın birdenbire, birdenbire olduğu kadar da acıklı bir biçimde azalmasından kaynaklanıyordu.

Bunun nedeni, Şili halkının, Salvador Allende adındaki bir sosyalisti başkan seçecek bir zevksizlik örneği göstermiş olmasıydı. Üstelik bu Allende, Amerikan şirketlerinin servetlerinin Şili halkına dağıtılması gerektiğini de düşünmekteydi ki bu, Amerikanya şirketlerinin naçizane görüşlerine göre oldukça pis bir düşünceydi.

Sonuç olarak, daha uzun tartışmaya da yer bırakmadan, ITT, Kennecott ve Anaconda’lı beyefendiler, tedbirler almaya karar verdiler. Bir ekonomik ve politik uzmanlar heyeti, sorunlarını ve nasıl çözüleceğine ilişkin önerilerini sunmak için, yükseltilmiş bir hükümet görevlisi olan profesör Henry’ye gönderildi. Kendi deyişiyle, “birşeylerin yürümekte olduğundan kuşkulanmışsa da”, profesör Henry çok şaşırmıştı ve hemen patronu Amerikanya devlet başkanı Dick Milhouse’a koştu. Başkan, haberleri geleneksel serinkanlı ve gerçekçi edasıyla dinledi.

Başkan Milhouse, yalnız kalıp düşünüp taşınmak ve Şili sorununun normal diplomatik yollardan çözülemeyeceğine karar vermek için Mahrem Odasına çekildi. 

Bütün alışılagelmiş yolları kafasından defettikten sonra (Şili zaten yeterince uzak değildi), mantıklı kafası düğümü çözmeyi başardı! Merkezi Kışkırtıcı Zeka’nın (CIA) şefini huzura çağırdı. 

Merkezi Kışkırtıcı Zeka’nın şefi bay Richard Halis, inanılmaz derecede esrarengiz bir adamdı. Kimliği, bütün Amerikanya’nın en gizli tutulan sırlarından biriydi. Karısı bile kiminle evli olduğundan gerçekte tam emin değildi.

Bay Halis başkanın Mahrem Odasında gözüktüğünde, başkan düşünmeyi henüz bitirmişti.

Teybi kapatan başkan, bay Halis’e Şili-Santiago’ya kalkan ilk uçağa binerek oraya gitmesini ve orada bazı “yönetsel değişikliklerin” yapılmasını sağlamasını istedi. 

Bay Halis, Santiago’ya kadın iç çamaşırı satıcısı olarak ulaştı ve bir anda pekçok garip olay olmaya başladı.

Allende’ye karşı olan bütün şirketlerin yandaşı olarak bilinen herkese, gölge şirketler aracılığıyla, sahte faturalar ve küçük paydalarla, para ödenmeye başlamıştı. Her zaman olduğu gibi, bazıları oldukça ucuza geldi, ama burjuvazi de, biraz daha büyük payla, elde edildi. 

Ve böylece burjuva taşıma müteahhitleri, kamyoncular, Şili’yi felce uğratan ve “sıradan insanların” midelerini boşaltan bir greve başladılar.

Grevin etkisinden ve de pekçok yararlı banknot doların da yardımıyla, zamanın uygun olduğuna karar verildi.

Ama kısa sürede anlaşılacağı üzere, değildi…

Allende’ye sadık birlikler darbe girişimini üç saatten daha kısa bir sürede etkisiz kıldılar.

Darbenin başarısız olmasından moralleri bozulan fesatçılar önlerine çıkan birkaç sivili vurdular ve yanlışlarının hesabını yapmak üzere inlerine çekildiler. 

Richard Halis ve şakşakçıları, daha deneyimli insanlar olarak, çizim masalarının başına döndüler. Birdenbire, Kennecott’un ‘11 Teniente’ maden ocağında madenciler greve gitti.

Sonra da Anaconda madencileri greve başladılar ve henüz ulusallaştırılmış olan maden işkolunda üretim bütünüyle durdu. Bakır Şili ekonomisinin belkemiği olduğundan, Allende ve hükümeti gerçekten zor durumda kaldı. Ve Kennecott, bakır teslimatının yabancı ülkelerdeki karşılıklarına el koymak isteyip bu da kendisine bağışlandığında, işler iyice kötüye gitti. 

Kennecott’u seve seve savunanlar arasında, eski dost sarı şebboy İsveç’ten Granges-Essem de vardı. Aldığı bakır karşılığında şu yeşil şeyleri göndereceğine ödemeyi icraatçı şefe yaptı ve bilindiği kadarıyla yeşil şeyler hâlâ onda. 

En sonunda gerçek darbe için zaman gelmişti. Geçenkinde sorumlu olan amatörler gitmişti, yeni tescilliler tescilli eski düşüncelerle gösteriyi sürdürüyorlardı. Santiago sokaklarında başını uzatan herkes katlediliyordu ve Moneda Sarayı bir enkaz yığınına dönüşünceye kadar bombalandı.   

Bombalanan sarayın içinde, Allende, ona ileriyi düşünen Fidel Castro tarafından armağan edilen hafif makinalı tüfekle acı sonuna karşı savaşıyordu.

Sonunda duruma hakim olundu ve daha sonra yayınlanan bir bültene göre, Allende kendini sırtından onbeş kez vurmuş, hafif makinalısını on metre uzağa koymuş ve kendi kanına yüzerek ilerlemiş, böylece de intihar etmişti. 

Şimdi birdenbire, Şili’de ateşli bir faaliyet başlamıştı. “Memleketi yükseltmek” büyük bir öncelik taşıyordu.

Şili kurtarılmıştı. Görevinden aferin alan Richard Halis evine dönmüş, sonra da Amerikanya elçisi olarak görevlendirilmişti. Şili’nin yeni sahipleri, viran ülkelerinin “yeniden inşasına” döndüler. 

Fakat “yeniden inşanın” bütün yüküne karşın, “özgürleştirilmiş” Şili halkı başka işler için de zaman buluyordu… Spora olan ilgi arttı…

Şili’de sokağa çıkmak sağlığa bayağı zararlı hale gelmişti. Evde oturmak da tabii. 

Olası Allende sempatizanları peşinde dön-baba-dönelim kovalamaca, “herkes masumluğunu kanıtlayana kadar suçlu” diye açıklanıyordu. 

Şili silahlı kuvvetlerinin parmakları her saniye tetikteki çocukları, hareket eden her şeyde devrimcileri görüyorlardı.

Kediler bile güven içinde yürüyemiyorlardı… Fakat fareler güvenliklerini sağlama bağlamışlardı. 

Bu arada Amerikanya’da bir şeyler oluyordu. Dick Milhouse Amerikanya halkı için birazcık fazla dolap çevirmişti. Daha fazlasını çekemezlerdi ve denediği bidolu sıyırtma, yan çizme, lafazanlık ve kesin inkardan sonra, onu kapı dışarı etiler. Başkan yardımcısı gerçek başkan oldu. 

Yarışma ruhu geri geldi. Günbegün, Şili’nin o güzelim Ulusal Stadyumu her türlü sporla uğraşan insanlarla dolup taşıyordu. 

Şili’de gücü ele geçiren bu dehşetli büyük adamlar kimlerdi? Valla aslında biz de bilmiyoruz. Dört generalle ilgili bilgi edinmek oldukça güç.

Jose Merino evini çok küçük yaşta terketti ve ondan sonra da, Eylül 1973’te politika sahnesine fırlayana dek, ne yaptığı konusunda kimsenin bilgisi yok. 

Gustavo Leigh, Janet Leigh ile Tony Cutis’in oğlu değildir. Halkla ilişkiler danışmanı bizi öyle olduğuna neredeyse inandırıyordu da! Ordudaki geçmişi içinse, Kitapsız ve Özel rütbeyle Mutfak Devriyesi olduğu konusunda söylentiler var. Eylül 1973’te önemli görevlere çağrılmasını, güçlü ideolojisini büyük bir rahatlık ve hızla belirtebilmesine bağlayabiliriz.

Cesar Mendoza’nın mutsuz bir çocukluğu olmuş, o kadarı biliniyor. Ebe bu küçük bebeği öyle kaynar bir suyla yıkamış ki, derisi güzel ve hiç çıkmayan bir kırmızı renk almış. Bu ve babasından miras kalan susuzluğu, ona kısa zamanda “Renkli Mendoza” anlamına gelen, “Mendoza Tinto” adını kazandırmış. Bir rastlantı sonucu silahlı kuvvetlere girmiş: sarhoş kafayla Halâs Ordusuna yazılmak isterken yanlış bir büroya girmiş, yemin edip bu dünyada huzura kavuşmayı beklerken, subay olmuş. Halâs Ordusuyla diğerinin farkını Eylül 1973’e dek anlayabildiği söylenemez. 

Augusto Pinochet’nin öyküsü ise en uzun ve inanılmaz olanı. Uzun yıllarını Amerikanya’nın batı sahillerindeki Walt Disney stüdyolarının bodrumunda geçirdiği söyleniyor. Canlı, diri ve şikayetçi kukla Pinokyo’nun başarısız bir modeli olarak işe başlamış ama, Walt tarafından istenmemiş. Ve eğer geç vakitlere dek çalışırken kafayı da çeken iki makyajcı ile bir elektronik mühendisi olmasaymış, büyük olasılıkla stüdyonun loş ve nemli zindanlarında bitkisel yaşama terkedilmiş olacakmış. Dişleri aşınmış bu deliler, allahın belası Pinokyo modelini dışarıya çıkarmışlar, ayağa kaldırıp elden geçirmişler, motorlarını, akülerini ve hoparlörlerini yerleştirmişler. Sonra sızmışlar ve ertesi sabah üstlerinden bir türlü atamadıkları o içki mahmurluğuyla uyandıklarında, kukla tüymüş bile.

Ve kimse ondan, akülerini yeniden doldurduğu Eylül 1973’e dek bir haber alamadı.  

Para cuntaya akarak, anında silah ve cephaneye dönüşürken, halk gittikçe daha yoksullaşıyordu. Yiyecek ve günlük malların fiyatları başdöndürücü biçimde fırlıyor ama, öte yanda, dükkan önlerindeki kuyruklar da pek uzamıyordu artık. 

“Kanun ve nizamı korumak için” yeni düzenlemeler yürürlüğe konuyordu. Her şeyin yanında özel toplantılar da -ne kadar küçük olursa olsun- yasaklandı. Kuralların bozulmasına yönelik ceza hızla ve acımasızca uygulanıyordu. 

Ve Şili direnişinin az da olsa kalan umudu da söndürüldü. Çünkü “gerçek hayatta” bütün kumpası yine aynı beyin kurmaktaydı. Profesör Henry’nin beyni yani.

Sonuçta, Şili cuntasına yardım, para olarak, politik yardım ve şakşak biçimlerinde sürdü. 

Kötülükten kurtulmayı başarabilen mutlu azınlık ya yurt dışına kaçmış ya da birleşik bir direniş hareketini uygun ve rahat bir ortamda hazırlayabilmek için ortadan yok olmuştu. 

Fakat zaman uçup gider ve burjuvazinin ilk hevesi de giderek azalır. Alkışlatmak artık zor kullanılarak yaptırılan bir iş olmuştur. Aslında onları artık kimse sevmemektedir. 

Bay Pinochet, yönetiminin şanını ve ekonomisini düzeltebilmek amacıyla tebdil kıyafet Amerikanya’yı bir kez daha ziyaret eder, fakat heyhat! Artık eli sıkılmamaktadır. Jerry Quarterback ve profesör Henry, Şili’deki yatırımlarının biraz faiz getirmesi için zamanın geldiğini düşünmektedirler.

Böylece bay Pinochet, ödünç aldığı son centavo’ları da ödeyerek, en kolay ve iyi yoldan eve dönmeye zorlanır, geleceği üzerine arpacı kumrusu gibi düşünerek. 

Bu arada profesör Henry ve bir dereceye kadar da Jerry, Şili’de yanlış kişileri işbaşına getirdiklerini düşünmektedirler. Kısa bir toplantıdan sonra defedilmesi gerektiğine karar verirler. Kararı uygulatacak olan Merkezi Kışkırtıcı Zekâ’nın yeni şefi, Richard Halis’in halefi William Colby’yi çağırırlar. Profesör Henry, Şili’ye daha sivil, biraz daha halimselim bir devlet başkanı istemektedir. Bu, belki de eski dost sağ-kanat Eduardo Frei olabilir. 

Böylece eden bulmuştur ve Şili halkı bu beklenmeyen mutlulukla coşar. Sonra da, sanki yitik bir halkın dualarına yanıt olaraktan, yaylı kutudan eski dost Eduardo Frei fırlar. Gideceği yönü eski dost Washington D.C.’den öğrenmektedir tabii.

Öykü burada bitebilirdi, yeni tebdili kıyafeti içindeki eski perişanlıkla ama, bütün aklıbaşında insanların farkedebileceği gibi, kapak yine kapanabilir, hem de açıldığı hızla…

Washington’da moraller artık pek iyi değil. Hatta moralin oldukça şekerrenk olduğuna biraz da hak veriliyor artık, Şili halkının bir kez daha özgür olduğuna, “birleşen bir halkın hiçbir zaman yenilemez” olduğuna da… 

Arada sırada bidolu sopa yese bile…