'Farz et ağacım'

Seçim adaletsizliğini yasalarıyla, hukukuyla, siyasi partiler arasında yaratılan eşitsizlikle, kampanyasındaki adaletsizlik ve baskısıyla, yönetim ve denetimiyle, uygulamasıyla birçok yönden anlatıp dururken İstanbul seçim yenileme işi katmerli adaletsizliği pekiştirdi.

Adaletsizlik ve baskı hız kesmeden devam ediyor. Başkan statlara ve sanatçılara tehdit gönderip adres gösteriyor; “manevi kızı”, İmamoğlu’na destek verince bıçaklanıyor.   

Anlatılıyor, yazılıyor... YSK hem şekil hem de esas yönünden birçok sakatlık yığınıyla karar verdi. Şimdi de gerekçe yazma çabasında.

Hukukçular, araştırmacılar, halkın geniş kesimi ve muhalefet aynı konuyu değişik yönleriyle işliyor işlemesine de bir yandan da seçime hazırlık yapılıyor.

İşin özeti, seçimin yenilenmesi açık olarak hukuksuz ama seçim yenilenecek ve hukuksuzluk iddiasında bulunanlar da hukuksuzluğu yaratanların yöneteceği seçime katılacak.

Çürümüş düzen içindeki çözümler de çürük… Öyle çürük ki çürümüşlüğe neden ya da ortak onların yönlendirmesi, baskısı, yönetimi ve denetiminde seçim yarışına rıza gösteriliyor.

Serbest piyasa, serbest hukuk, serbest yargı… Keyfi seçim… Seçim iptali de keyfi, iptali sağlayan kurulla yeniden seçim yapmak da. Kapitalizmin özündeki adaletsizliğe cuk oturuyor.

“İyi, Kötü, Çirkin” filmindeki gibi, kişiler ve nitelendirmeler farklı ama amaç aynı. Filmdeki ortak iş, ödül ve hazine avcılığı.

Adaletsiz ve keyfi seçim sistemi değişmeden, seçim yönetim ve denetimini yürüten yargı ve YSK’nin başkanla ve siyasal iktidarla bağı kesilmeden, bu düzenden öyle ya da böyle olduğuna bakılmaksızın kârına kâr katarak yararlanan sermayeyle ve işbirlikçisi gericilikle hesaplaşılmadan genel oy hakkı mücadelesi verenlere ve mücadele kararlılıklarına ihanetin önü kesilir mi? 

İstanbul seçiminin yenilenmesi kararı meşru değil. Kararın ilgili kurum olan YSK tarafından alınması meşruiyeti sağlamaya yetmez. Hem toplanma sayısı hem de seçim sonucunu etkilemeyen ve seçme hakkını, seçmen iradesini gasp eden karar nedeniyle kanunsuzluk, hukuksuzluk çok açık.

Kurullara ve kararlara adlarına bakarak meşruluk tanınmaz. Kurulların Anayasa ve yasaya uygun oluştuğuna, toplandığına ve karar verdiğine, kararların da dayanaklarına ve içeriklerine bakmak, niteliklerini belirlemek gerekir.

YSK eksik üyeyle de toplanamaz, fazla üyeyle de. Anayasaya ve yasalara aykırı karar da veremez. “Kararlarım kesin” diye sınırsız yorum ve takdir hakkına, keyfiliğe sahip değil.

Aldığı karar gösteriyor ki, YSK bağımsız değil, yanlılaşmış, teslim olmuş bir kurul. İşlevi seçimleri “ulus adına” değil, AKP ve başkanı adına yönetmek ve denetlemek.

Hukuksuz diyenler aynı hukuksuzlukla seçime giriyor. Bu kabulcülükle seçimler kaybedildi, Anayasa değiştirildi, cumhuriyet ve aydınlanma teslim edildi. Bu kabulcülükle patronların, tarikatların saltanatı sürüyor. Bu kabülcülükle emekçiler sömürülmeye, kadınlar ezilmeye, çocuklar istismara uğramaya, işçi cinayetleri işlenmeye devam ediliyor.

Bilgi kirliliği ile bilgisizlik ve ilkesizlik kirliliği sarmaş dolaş. Bir tarafta CHP/İYİP ittifakı ve düzen muhalefeti, diğer tarafta AKP/MHP ittifakı ve YSK; “hukuksuz” diyenlerle “boş verin hukuku, hukuk biziz” diyenler buluşunca, birinciler ikinciler arasında eriyip gidiyor.

“Çalındı” sözcüğü ortalarda dolaşıyor da genel oy hakkının çalınmış olması es geçiliyor. Bu hak öylesine farklı disiplin, unsur ve koşulların buluşmasıyla ortaya çıkar ki bir seçim diğerine benzemez. Yenilenen de öncekine benzemez. “Seçme hakkı durdurulmuyor ki yenileniyor” demekle, “benim belirlediğim süre içinde nefes alma sonra alırsın” demek aynı.

Arabacının atı açlıktan ölmüş, iş yapamıyor ki atını beslesin. Yeni bir at hediye ediliyor, o da ölsün diye.

Siyasi iktidar tuttuğu subaşlarını bırakmamak için her yol geçerli diyor; aidiyetleri olan sınıfın “her şey sermaye için”, “düzenimizi değiştiremezsiniz” dediği gibi…

“Yetmez ama AKP’li başkan gitti”, “tekrar getirtmeyiz” demekle çözüm gelmiyor.

Yaşatılanın adı: seçimli seçimsizlik. Kazanan hep aynı olmalı, ona dokunulmamalı…        

1980’lerin ilk yılları. Denetim göreviyle Urfa’da bulunan arkadaşlarım, hafta sonu bir araçla Urfa turuna çıkarlar. Dar bir sokakta yaşlı bir kişi ağzında sigara yolun ortasında duruyor. Korna çalıyorlar aldırış etmiyor. Şoför inip sesleniyor aldırış etmiyor. Arkadaşlarım da iniyorlar bir şey mi var diye, sesleniyorlar aldırış etmiyor. Israr artınca yavaş hareketlerle dönüyor, sigarayı ağzından çıkarıyor ve tepkisini koyuyor:

“Ne bağırıyorsun, farz et ağacım”…