Eşitsiz halkoylaması

Çok değil, yaklaşık iki yıl önceki genel seçimlerde de uyarmış idik, “tarafsız” ve “hakem” olması gereken cumhurbaşkanının seçimlerde taraf olmasının suskunlukla geçiştirilecek, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) örtülü onay kararının da kanıksanacak bir konu olmadığını.

YSK gerekçesini, “Cumhurbaşkanı’nın faaliyetlerini denetleme yetkisi olmadığına” dayandırmış, biz de bunun hem hukuksal hem de etik olarak doğru olmadığını yazmıştık.

Konu, “seçme ve seçilme hakkının ihlali” gerekçesiyle bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine (AYM) de taşındı. AYM bu başvuruyu, Anayasanın idari ve yargısal denetim dışında bıraktığı bir işleme karşı yapıldığı gerekçesiyle “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilmez buldu.

Özetle, Türkiye’nin güdümlü yargısı, “zeka uyanıklığı” ile çözümü buldu ve cumhurbaşkanının, hakları korumanın ve Anayasanın dışında olduğunu ilan etti. Diğer deyişle cumhurbaşkanını “hukuksuz” yaptı, serbest bıraktı.

Konu şimdi İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (İHAM) önünde… Yazarımız, Prof. Dr. Oğuz Oyan ve avukatı Başak Aydın Tantürkü başvuru yaptılar.

İHAM kararını bekliyoruz… Bekliyoruz da, bugün halkoylaması sürecinde aynı ihlal ve hukuksuzluk devam ediyor. Halkın parasıyla, “açılış” adı altında bir yandan “evet” kampanyası yapılıyor, diğer yandan “hayır”cılara tehdit üstüne tehdit…  Cumhurbaşkanı futbolu seviyor ya, bu futbol ilginç oynanıyor: sahadaki herkes geri çekiliyor, cumhurbaşkanı golleri sıralasın diye…   Daha da önemlisi, bu fiili durum “anayasa değişikliği” adı altında, tüm hukuksuzlukları yüklenerek halka dayatılıyor. Adlar hukuksal, içerik keyfisel…          

16 Nisan’a kadar bizzat Cumhurbaşkanının merkezinde olacağı daha yaygın ve keskin bir “evet” kampanyasının devletin tüm kaynak ve olanaklarıyla süreceği, hukukun yine ihlal edileceği, hatta suç işleneceği açık.

Asıl sorun bu hukuksuzluklardan daha öte ve daha derin tabii. Çünkü asıl sorun cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişiyle sınırlı değil.

İktidar partisinden tutun o partinin siyasetine kadar, o siyasete destek veren yandaşlardan tutun aynı siyaseti beslemek için kullanılan medyaya kadar, aynı siyasetin vazgeçilmez tutkalı olan gericilikten tutun piyasa ekonomisinin düzenine kadar, bu bütünselliğin içindeki illegal ve legal örgütlenmelerden tutun en büyük ve güçlü örgüt olan devlete kadar, ulus içi kapitalistlerden tutun emperyalizme kadar, devasa sömürücü güç var karşı cephede…    

Bir kere, en başta mücadele alanının emekçi halka, sosyalistlere kapalı olmasına karşı çıkılacak.  “Hayır”ın içini dolduran kampanyaların ve siyasi partilerin baskı ve şiddetle susturulmasına göz yumulmayacak. 

İkincisi, kendi hukuklarını çiğneyerek keyfi davrananlar karşısında, “onlar iktidardır, güçlüdür, yapar; biz hukukun üstünlüğüne inanıyoruz, çizgimizi biliriz” mütevaziliğine kapılıp kalınmayacak. Yeni ve farklı mücadele yolları bulunup uygulamaya geçilecek.   

Üçüncüsü, hak ve özgürlükler çifte standart uygulanırken, “evet”çiler için düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı serbest iken, susarak “hayır”ın içinin boşaltılmasına izin verilmeyecek.

Her suskunluk, her göz kapama, her duyarsızlık, yalnızca ve yalnızca tahakkümün artarak sürmesine yarayacak. İşte yeni Anayasanın özü de bu tahakkümü hukuksallaştırmak, kaos ve kriziyle birlikte düzeni sürdürülebilir kılmak. 

“Serbest, eşit, gizli, genel oy” esaslarıyla, halkoylamasının yargı yönetim ve denetiminde yapılmasıyla “demokrasi övüncü” duyuyorlarsa eğer, o vitrin demokrasisine sığmanın olanaksızlığını her seferinde anımsatmak gerek.

Cumhurbaşkanı, yalnızca eşitlik ilkesi nedeniyle değil, anayasal konumundaki “tarafsızlık” ilkesi nedeniyle de seçim esasları ve hukuku karşısında diğer kamu görevlileriyle aynı işleme tabi tutulmalıdır.

Cumhurbaşkanı: “‘Evet’ demeye milletimizi davet ediyoruz. Bu en doğal hakkımızdır. ‘Hayır’cılara baskı olur bahanesiyle bu hakkımızı engellemek yanlış olur” diyorsa eğer; “hayır” da haktır, savcı tehditleriyle de engellenemez.

Savcı söyleyince olağan, Yargıçlar Sendikası temsilcisi söyleyince olağandışı olan, “baskı” değil de nedir? Üniversitelere valilik aracılığıyla yasak getirmek, “baskı” değil de nedir? “Silahlı çeteler de hayır diyor, o zaman hayır diyenler silahlı çetedir” demek “baskı” değil de nedir? Siyasi parti bildiri ve yayınlarının halka ulaşmasını engellemek “baskı” değil de nedir?

Gerçek adalet duygusuyla bağdaşmayan bir biçimde ayrıcalık, ne hukuksal ne de olgusal meşruiyet kılıflarına sığmaz. Seçim kurallarında olduğu gibi halkoylaması kuralları karşısında da herkes eşittir; denetimi de YSK’dedir.

“Hayır” sözcüğüne biçilen kötüleştirilmiş rol, 1982 Anayasası ve 2010 Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasında da yaşandı.

2010 halkoylaması öncesinde de (Odatv; 9.8.2010) yazmıştık: “Faşizm, yalnızca asker, polis, daha yerinde söylemle ‘silahlı güç’ yönetimi değildir. 12 Eylülde de olmamıştır.” Faşizmi, öğretiden çok yaşananlar tanımlar. Şeriatı da, gericiliği de…

Eşitsiz halkoylamasının kaidesinde eşitsiz toplum var, fiili eşitsizlik var. Mülkiyete ve sözleşme hukukuna dayanan adaletsizlik var. “Öyleyse eşitsiz halk oylaması kaçınılmaz değil mi” sorusu yanlış değil. Tam da bunu anlatmak istiyoruz; fiili eşitsizlikle mücadeleyi… Ama Anayasasında “serbest ve eşit” seçim ilkesi yazan burjuva devlette, Anayasanın kimler tarafından nasıl ayaklar altına alındığını anımsatmak da görevimiz.

Her şeyi tek tek anımsatalım ki, piyasa ve gericilik batağının ortasında kendilerince demokrasi bahçesi yarattıklarını iddia edenlerin, bu bahçeyi emekçi halkın sırtında taşıdıkları anlaşılsın.

Anımsatalım ki, örgütlü mücadeleyle bu batağın tüm yalanlarını ve haksızlıklarını deşifre edip yeni cumhuriyeti kurarak onun toplumcu anayasasını yapacakların da emekçiler olduğu anlaşılsın.