Emeğe karşı devlet ve hukuk

Yazarımız Oğuz Oyan’ın,  geçtiğimiz Salı günkü “Emeğe karşı piyasa ve din” başlıklı yazısı; “Piyasa (sermaye düzeni) tek başına emeği dize getiremezdi. Hele de sınıf çıkarları etrafında örgütlenmiş emeği. Bu nedenle yardımcı kuvvetler hep devreye sokulmak zorundadır. Bu bazen vatan savunmasıyla ilgisi bulunmayan saldırgan (hatta emperyalist) bir milliyetçilik olur, daha kalıcı olarak da din/inanç sistemleri” diye başlıyor.

Buradan devam edersek, emeği dize getirmenin yardımcı kuvvetleri arasına sermaye tahakkümünün somutlaştırma araçları olarak “devlet ve hukuk”u da eklemiş oluruz.

Milliyetçiliğe ve dine yeni roller yüklendiği gibi devlete ve hukuka da yeni roller yüklendi.

Sermayenin ve de emperyalistlerin çıkarlarına ve istekline uygun hukuksal düzenlemeleri yapan ve uygulanmasını sağlayan devlet, tüm sınıflı dönemlerde olduğu gibi bugün de devrede; hem de var gücüyle…

Yalnızca, birinci yılına az zaman kalan OHAL döneminde çıkan yasalara ve tabii ki OHAL KHK’lerine bakmak bile, emeğe karşı saldırının kapsamını ve şiddetini vermeye yeterli. Yazarımız Kadir Sev Çarşamba yazılarında bu baskıcı ve sömürücü hukuk belgelerini didik didik ederek aktarıyor; bir çeşit sömürü hukuku arşivi yaratıyor.

Hukuksal saldırıları kabaca üçe ayırırsak:

Birincisi için, terörle mücadele ve milli güvenlik bahane edilerek çıkarılan baskı ve şiddet mevzuatı;

İkincisi için, sermayeye destek, teşvik, transfer, ayni-nakdi kaynak aktarımı, vergi muafiyet ve istisnaları, vergi ve sigorta borç afları, kredi ve borç yeniden yapılandırmalarına ilişkin mevzuat;

Üçüncüsü için de emekçilerin her türlü haklarının sınırlandırılması, budanması veya durdurulmasına; işlerinden ve/veya mesleklerinden uzaklaştırılmasına, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına yönelik mevzuat gibi başlıkları sıralayabiliriz.

Bunlara bir de hem sermayenin genel güvenliğini hem de uzlaşmacı taleplerini karşılayıcı etkisi olan, “kolaylaştırıcı mevzuat” olarak adlandırabileceğimiz, tahkim, arabuluculuk, hakem kurulu, kamu denetçiliği (ombudsmanlık) ve nihai olarak yargının usul hukuku, kurumsal ve kadrosal yapısı, siyasal iktidarın eline verilmiş yönetim ve denetimi gibi başlıkları eklediğimizde “emeği dize getirme kuvvetleri”ni özetle anlatmış oluruz.

Hem düzen siyaseti; hem kurumlarıyla, kadrolarıyla, gelir-gider ve mallarıyla devlet; hem de anayasasından idari düzenlemelerine kadar hukuk; bir yandan sermayeye ve emperyalist politikalara hizmet ediyorlar, diğer yandan da sermaye sınıfının varlığı için işçi sınıfının uzlaşma yoluyla eritilmesine…     

Sermaye, “kıdem tazminatı”nı hiç aklından çıkmayan bir bela olarak gördü ve hep kurtulmak ya da kendisine en uygun yapıya dönüştürmek için çabaladı. 24 Ocak 1980 kararlarıyla artan saldırı ve hukuksal düzenleme girişimleri, 12 Eylül’den sonra da sürdü. AKP de hep gündemde tuttu.

2012’de 16 Ağustos günlü soL Portal yazımızı; “Kıdem tazminatından, diğer anlatımla yüz yılına çeyrek kalmış bir ‘işçi hakkı’ndan söz edildiğinde, son sözü söylemek kapitalist egemen iktidara ve ortaklarına değil, sınıfsal bakan emekçiye düşer” diye bağlamıştık. Üzerine, 2013’de “Haziran Direnişi” gibi tarihsel bir eylem mücadelesi eklendi ama sermayenin sınıfsal tahakkümü frene bile basmadı. Yanına bir de “işçi sınıfı mı kaldı?” nakaratını aldı.

Emekçilere yönelik baskı ve saldırı hiç hız kesmedi. Dinsel gericilik, şovenizm, yozlaşmış biat/payanda siyaseti, emperyalist müdahaleler, sömürü ise unutturuldu, yok sayıldı.  Bugün Haziran Direnişi’ni yaratan koşulların kat kat üstünde, daha ağır saldırı altında emekçiler… Aynı zamanda da örgütsüzler ya da örgütsel dağınıklık içindeler.

Türkiye Komünist Partisi’nin 27-28 Mayıs günleri toplanan 12. Kongresi politik kararlarının birincisinde de belirtildiği gibi, Haziran Direnişi, “politik karakterine kritik müdahalelerde bulunma” boyutunda yaşanan yetersizlikler nedeniyle “kitle mücadelesi dinamiği olarak süreklilik kazanamamıştır”.

Ancak “2013 sonrasında ülkemizde bir taraftan liberal bir ideolojik politik düzenlemenin gündeme getirilmesi, sola yönelik olaraksa düzenin bir tasfiye operasyonuna kalkışması” da rastlantı değildir. “Egemen güçler halkımızdan direnişin intikamını alçakça baskı politikalarıyla olduğu kadar solun önünü keserek de almaya çalışmışlardır.”

“Karanlığa sığdırılması imkânsız olan halkımızın direniş potansiyeli, sosyalist seçeneğin güçlendirilmesi, topluma yaygınlaştırılması, işçi sınıfı hareketine damga vurmasıyla ülkemizin geleceğine taşınacaktır.” Ve tabii ki, “AKP iktidarının halkımıza karşı işlediği bütün suçların hesabını sormaya” söz vererek…