Düzenin affı

Ne zaman gündeme gelse tartışmaları da yanında taşır af. Tartışma, siyasetin seçtiği suç ve ceza konularıyla, kapsamda kimlerin olup olmadığıyla, yüzeysel eşitlik ve ayrımcılıkla sürer. Sınıfsal kontrol ve baskı aracı olarak suç ve ceza, suç ve cezayı etkileyen ve oluşturan ilişkiler, düşman ceza hukuku, cezasızlık iklimi, çifte standart karar ve uygulamalar, hukuksuzluk, nihayet toplumsal ve ekonomik ilişkiler tartışma dışına itilir.

Düzenin affı, düzeni sürdürenlerin ve düzenin eşitsizliğine, adaletsizliğine, hukuksuzluğuna, çürümüşlüğüne gözlerini yumanların kendi siyasetlerine özgü olarak sunduğu bağıştır özetle. Buna düzenin yumuşatma ve kendini bağışlatma girişimi de denilebilir. 

MHP’nin hazırlığı olarak ortaya çıkarılan güncel af taslağına, hukuk içinde kimi cezaların bağışlanması gibi bir bakışla yaklaşılamayacağı gibi suç türüne sıkıştırarak da bakılamaz. 

Af kapsamına girenler yönünden başlangıçta olumluluk yakalansa bile eşitsizlik, ayrımcılık, adaletsizlik devam edecek. Bir başka devam, suçu yaratan düzenin affa uğrayanları tekrar suça itme potansiyeli olacak. 

Af kapsamında bir başka sorunsa, siyasetin yasaya dönüştürerek sunduğuyla toplum vicdanı arasındaki uyumun sağlanamaması. Af ilanının Anayasa gereğince Meclis üye tam sayısının (600), beşte üç çoğunluğuyla (360) karara bağlanması toplum vicdanının uyumu için yeterli olmaz.

Ek olarak af, suç ve cezayla içli dışlı hale getirilmiş bir toplumda düzeni meşrulaştırmaya katkıda bulunurken, kapitalizmin ve onun devletinin tercihiyle ortaya çıkan cezasızlık ortamına da göz yumulmasına neden olur. Cezasızlık ortamından yararlananlar siyasi iktidarın kalkanı arkasına sığınırlar. 

Siyaseti hukuk desteğiyle affa taşıyan nedenler, siyasetin ve hukukun içinde bulunduğu düzenden, krizden ve çürümüşlükten ayrı düşünülemez. MHP ile başlayan af taslağına, kimi eli silahlıların ya da silahlı çete üyelerinin veya uyuşturucu tüccarlarıyla kaçakçıların affından öte bu gözle de bakılmalı, taslağın Meclis’te alacağı hal bu gözle okunmalı. 

Bir de ceza hukuku ve ilkeleri dışında uygulanan yaptırımlar var. Adına ceza denmez ama iliklerine kadar cezadır. OHAL’de ve OHAL’siz olağandışı halde işlerinden atılanlar, kapitalizmin krizinde işçi çıkarmalar, emekçiler üzerindeki hak ihlalleri ve budamaları, hak ihlallerinde arabulucu masasına oturtup anlaşmaya zorlamalar baskı olduğu kadar aynı zamanda yaptırımdır. 

Barış Derneği, OHAL desteği ve gerekçesiyle kapatılırken cezalandırılmamış mıdır?  

Öte yandan Anayasa’ya göre ölüm cezası kaldırıldı ama işçi cinayetleri devam ediyor. İşçi cinayetleri, hukukla verilen ölüm cezasının hukuksuz hali olarak kapitalizmin yaşaması uğruna emekçilere verilen, faillerinin düzence her daim affa uğratıldığı en ağır ceza değil midir? 

Otoriteyi ve tahakkümü tanımlayan, iktidar ve şiddet ortaklığını meşru göstermeye yarayan suç ve ceza hukuku ile af aynı amacı farklı yönlerden tamamlıyor: krizlerle boğulan kapitalizmin ve siyasi iktidarının egemenliği… 

Hakları sınırlamak, budamak ve durdurmak için kullanılan suç ve ceza alanı içinde af, aynı amacın popüleştirilerek kabulüne de hizmet eder. 

Toplumun suç ve ceza hukukuyla ve uygulamasıyla kontrol altında tutulması düzenin affı yoluyla da devam eder, siyasi hakimiyet sürer. 

Hukuku askıya alarak hukuksuzluğun hukuk yapılmasına, OHAL kalktığı halde kalıcı hale getirilmesine ses çıkarmayanlar, af yoluyla bu tavrın üstünü örtmeye kalkışıyorlarsa ya da bundan masumiyet maskesiyle yararlanmak istiyorlarsa yanılırlar. 

Çünkü düzenin affı, suç ve ceza hukukunun ayrılmaz parçası olarak düzenin istikrarı için kullanılır. Bir yandan da hukuk ve yargının ilkelere bağlı gücünü, siyasi tasarruf olarak siyasi iktidarın ya da iktidar destekçilerinin eline ve keyfiliğine bırakır.

Türkiye’nin hukuksuzluk ve keyfilik ortamında, af amacıyla ortaya çıkacak bir belgenin hukuksallığı da ayrı bir tartışma konusu.

Faruk Erem’in “suçluyu kazıyın altından insan çıkar” sözlerine göndermeyle, suçu kazırsak altından sömürü düzeni çıkar. 

Af da hukukun sınıfsallığı içinde… Suç ve ceza hukukuyla denetim altında tutulan toplum ve otorite, af adı verilen sahte kurtarıcılıkla yeniden tanımlanır ve sürdürülebilirliği sağlanır. 

Düzenin affı sınıfsal içerikten soyutlanamaz. İşçi cinayetlerinin failleri düzenin koruması altında yaşarken, emekçiler sömürüldükçe sömürülürken, haklarını aramak için direnenler tutuklanırken, kapitalizmin krizden kurtulması için işçiler feda edilirken, düşüncesini açıklayanlar devlete karşı suç işleyenler havuzuna atılırken, gelir dağılımında zengin ve yoksul uçurumu derinleşirken, kamu kaynakları keyfice talan edilirken, kadın cinayetleri artarken, çocuk tecavüz ve istismarları dinsel gericiliğin koruması altında meşru gösterilmeye çalışılırken ve daha nice eşitsizlik, adaletsizlikle emekçi halk ezilirken seçilmiş kimi tutuklu ve hükümlüler üzerinden bağışlama lütfunda bulunmak sermaye sınıfının tahakkümünü perdelemek, yaşamını pekiştirmektir; dahası suç batağını büyüterek besleyen düzeni korumaktır.  

Düzenin affı, tarihsel süreç içinde “genel toplumsal yarar”, “geçmişin unutulması”, “olağanüstü dönemlerin yaralarının sarılması”, “düzen tarafından dayatılan siyasal ve adi suçların unutulması”, “düzen tarafından dayatılan düşünce ve siyaset baskılarının ortadan kaldırılması” gibi toplumsal ve sınıfsal analizi de unutturur.

Düzenin affı, düzen içi demokrasiye benzer. İkisi de kandırır ve düzeni besler. Ortaya çıkardıkları sanılan barış, sermaye sınıfıyla uzlaşmadan, sömürü düzeninin kabulünden başka bir şey değil.

Düzenin affı, işçinin haklarının gasp edilmesinden sonra zorunlu arabuluculuk masasına oturtulmasına benzer, sömürüyü pekiştirir. 

Düzenin affı, düzen gibidir. İşçi sınıfı nasıl düzene kanmıyorsa, affına da kanmaz.