Düzen, arabulucular, normalleştiriciler ve 'biz hazırız' diyenler

Düzen ve arabulucu çeşitli yollarla buluşuyor.  

Birincisi, zorunlu ve iradi olmak üzere kanunla oluşturulan arabuluculuk. 

Zorunluluk arabuluculuk, düzene meşruiyet kazandırmasıyla, akışıyla ve sonuçlarıyla düzen içinde bile hayli tartışmalı. İşçiyi koruyor gibi gözüküp uzlaşmaya sevk ederek patron ve düzen karşısında kabulcü yapan, işçi sınıfı düşmanı bir müessese. 

İradi arabuluculukta ise eşitsizlik ve adaletsizlik ile yargı arasında kalan düzen mağduru insanların hak aramalarının köreltilmesi, düzen içi egemen kişi ya da kurumların gelenek ve ihtiyaçlarına karşı tutsak olunması söz konusu.

Kanunla oluşturulan arabuluculuk evrensel hukuk ilkelerini bile taşımıyor. Özü, devletin piyasalaşması; durmadan sorun üreten kapitalist düzenin, çözümü de kendi piyasası içinde kendince araması… Yürütme içinde bir daire başkanlığınca koordinasyonu bile arabuluculuğun piyasacılık oluğunu ve sermayeye çalıştığını görmek için yeterli.

Kendileri de meslek, hak, onur ve adalet mücadelesi veren, sömürü düzenini analiz etmekte sorunu olmayan cesur yürek avukatlar için sözümüz meclisten dışarı…   

İkinci durumda ise herhangi bir hukuksal dayanağı olmayan arabuluculuk var. Burada siyaset, çıkar, ihtiyaç hali, misyon, ittifak, işbirlikçilik, işgüzarlık ya da normalleştiricilik gibi birçok durum söz konusu. İyiniyet ya da masumiyet kurtarıcı olmaya yetmiyor.  

Arabuluculuk için özel not düşülmesi gereken alan din… Diyanet İşleri Başkanlığı, müftüler, imamlar, hocalar, tarikatlar, cemaatler en âlâsını (!) yapıyorlar arabuluculuğun, uyuşmanın.

Arabulucular ve normalleştiriciler ikiz; geniş mağdur kitlesini suskunluğa itiyor, sessizliğin sesi rolünü üstleniyorlar.    

İşçi/memur sendikalarının konfederasyonları olduğunu iddia edenler işçi haklarının gaspı için arabuluculuk yapıyor.

Halkın savunmanlarının üst örgütü olan barolar birliği, geniş temsil gücü olan barolara rağmen normalleşme adına arabuluculuk yapıyor.

Yüksek yargı başkanları yargıçları hizada tutmaya kalkıyor.

Kimi meslek odaları piyasanın sesi olmayı bilimsellikle ve ihtiyaçla açıklamaya kalkışıyor. İhtiyaç denilen doğa ve insan katliamı üzerine kurulu kapitalizmin ihtiyacı… 

Solcu olduklarını iddia eden, demokrasinin vazgeçilmezi olduklarına bel bağlayan kimi siyasi partiler piyasa için, emperyalizmle işbirliği için arabuluculuk yapıyor.

“Sokağa çıkmak, protesto etmek gibi durumları” doğru bulmayarak adaletsiz düzen içinde soyut adalet aramaya kalkışanların, hukuksal meşruiyete sığınıp hukuksuzluktan yakınanların ömrü bu piyasacı ve gerici düzeni ve iktidarını meşrulaştırmakla geçiyor.

Adaletsiz seçim sistemini ve uygulamalarını hukuka yerleştiren, genel oy hakkını yok sayarak seçimi iptal edip seçilmiş başkanın mazbatasını geri alan, seçilmiş başkanları görevden alan aynı düzen. Seçimle normalleşileceğini sananlar “ama seçimle yanıt verdik”, “görevden alma hukuksuz” diye konuşup dursun, düzen bildiğini okuyor. 

Laik olduğunu iddia ederken laikliği vazgeçilmez bir yaşam koşulu olarak görmeyenler dinsel gericiliğin palazlanmasına arabuluculuk yapılıyor; dinsel uyutmaya göz yumuyor. 

Hukukun üstünlüğü konusunda mangalda kül bırakmayanlar aynı hukukun eşitsizliği, adaletsizliği, işsizliği, hak ihlallerini, baskıyı ve sömürüyü meşru kılmasına, aynı hukuka dayalı olarak mahkemelerde adalet yerine adaletsizlik dağıtılmasına arabuluculuk yapıyor. 

Emperyalizme karşıyım diyenler, yine hukukun üstünlüğü tabusuyla emperyalizmin uluslararası hukukundan medet umuyor, emperyalizme meşruluk kazandırıyor.

Kimi konuların eleştirilmesi, tepkiyle karşılanması düzenin normalleştiricileri arasında olunmaması anlamına gelmiyor. Düzenin duvarına söylenen sözler düzenin değişmesine yetmiyor.      

Arabuluculuk düzenle uzlaştırmanın, normalleşme çabaları düzeni sürdürmenin araçları. “Uzlaşalım, normale dönelim” diyerek emekçi halk için ödün üstüne ödün verenler “sınıfsal karşıtlık olmasın, düzen vukuatsız sürsün” diyorlar. Tıpkı işsiz bırakanların “işten çıkardık ama hukuka uygun yaptık” dedikleri gibi.

Sürsün denilen bu düzen doğa ve insan düşmanı; kesiyor, yakıyor, talan ediyor, istismar ediyor, tecavüz ediyor, öldürüyor, işsiz bırakıyor, aç bırakıyor, kul hakkı diye diye hak yiyor. 

Bu düzen bomba yakalandığını övünerek anlattığı bir kentinde altı ayda 378 çocuğun istismarını ve çocukların hamile bırakılmalarını görmezden geliyor; bunları yaratan yobaz ve insanlık dışı canlı bombaları ağa düzeninin töreleriyle perdelemeye kalkışıyor.

Bu düzen eğitimi, sağlığı, adaleti, güvenliği, barınmayı, beslenmeyi, insanı, düşünceyi, doğayı piyasaya teslim ediyor; eşitsizlik, haksızlık, adaletsizlik, kin ve nefret üretiyor. 

Bu düzenin yurtseverliği, aydınlanmacılığı sahte, bilimselliği çıkarcı.  

Bu düzen doğaya kesilip dikilebilir bir ağaç ve kendi kendini temizleyebilir su, hayvana avlanabilir bir canlı, insana güdülebilir birey olarak bakıyor. 

Bu düzen eziyor, çürütüyor, sömürüyor.   

“Sınıfsal karşıtlık olmasın, düzen engelsiz ve vukuatsız sürsün, işçi sınıfı bu düzeni değiştirmek için mücadele etmesin” diyenler, isteseler de istemeseler de doğaya zarar verilmesine; ezilen ve sömürülen halka ve çocuğa zarar verilmesine açık ya da örtülü destek veriyor. İnsanın insanı sömürmesine, işçi sınıfı düşmanlığına, sosyalizm düşmanlığına destek veriyor.

“Bu düzen değişmeli”, “biz hazırız” diyenler ve bu uğurda mücadele edenler var.

“Bu düzen değişmeli” diyenler, düzenin yalanlarına, arabuluculuk ve normalleşme oyunlarına ve sahte çözümlerine karşı… Kapitalizme ve emperyalizme karşı…

“Bu düzen değişmeli” diyenler, insanın insanı sömürmediği, paranın ve gericiliğin saltanatının olmadığı bir dünya için mücadele ediyor. 

“Bu düzen değişmeli” diyenler, “düzenin önümüze koyduğu tüm seçenekler tükendi, BİZ HAZIRIZ” diyen Türkiye Komünist Partisi'nde buluşuyor ve işçi sınıfının örgütlü mücadelesi için Parti’de yerinizi almaya çağırıyor.