Dam üstünde saksağan

Yersiz ve saçma olanlar, söz olsun hareket olsun, kendilerini kabul ettirme konusunda toplumsal ilişkilerin özelliğine göre bir şeylere bir yerlere sığınma konusunda mahirler mi? Yoksa birileri güçlerini yersiz ve saçma olanlar üzerinden mi yürütme ihtiyacı duyuyor?

Amacım felsefe değil, hukukun da içinde olduğu yersiz ve saçma halleri yazmak. Önümüzde bir yıllık OHAL anatomisi duruyor. Bu bir yılın gerçekleri, çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından raporlandı; soL Portal’da ve Boyun Eğme’de de yazıldı, yazılmaya da devam ediyor. Boyun Eğme’nin önümüzdeki sayısında bu satırların yazarının da bir hukusal özeti yer alacak. Tablo vahim.

Ne yazık ki yapılanlar, hukuksuzluğun tavana vurduğu ortamda “hukuk” diye sunulan satırlara dayandırılıyor. Adı hukuk konulunca da çaresiz kabulcülük içinde çözüm yolları aranıyor.

Anayasa Mahkemesi, ulusal yargı organları ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi “biz oynamayız” diyerek (“oynamamalıyız” mı dediler acaba) işin içinden sıyrılınca, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu “denize düşenin sarıldığı yılan” oldu.

OHAL KHK’lerinin TBMM’de 30 gün içinde görüşülmesi buyruğuna uyulmayınca, hükümsüz sayılması gereken, meşruluğu kalmayan KHK’ler meşrulaştırıldı. Bu alanda mücadele edenleri uyaralım: 30 gün süre sorunu ciddi bir usul ihlali konusudur, başvurularda kullanılmalıdır.

26 KHK’den beşi yasalaştı ama o yasalar Anayasa Mahkemesine taşınabilecek iken taşınmadı, bir yandan da yeni KHK’lerle delindi.

KHK maddelerinin yüzde 80’i OHAL’le ilgiyi konuyu içermediği gibi, OHAL sonrası yapılanmayı da kapsıyor. Anayasa Mahkemesi kendi içtihadını yok saydığı için bu maddeler denetlenemedi.

OHAL hukukunun, “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı” gibi belirsiz, soyut, dayanaksız, kanıtsız, gerekçesiz ana konusu ve bu konu üzerine işlem yapanların sorumsuzluğu öylesine kanıksandı ki, değil sorgulanması eleştirilmesi bile suç sayıldı.

Örnekler uzadıkça uzuyor, çarpıklıklar büyüdükçe büyüyor ve kesilmiyor. Adalet yürüyüşü ve mitingi iyiydi de hemen ardından, hem 8000’e yakın çalışanı ihraç eden son KHK hem de OHAL’in üç ay daha uzatılmasıyla, “al sana adalet” dermişçesine gömülüverdi.

OHAL’in “hukuksuzluk hukuku”yla uğraşırken, bir başka gömülenin, laikliğin üzerine ha bire toprak atılıyor, yakında beton dökülecek. Laiklik daha 1924 Anayasası’nın güvencesi altına alınmadan hukukumuza giren Medeni Kanun, hazırlanan taslakla delik deşik olacak, dinsel evlilik resmileşecek. 1925’de kapatılması gereken tarikat ve cemaatler halkın, ekonominin ve devletin içinde cirit atıyor. Cumhuriyetin eğitim kurumları tekke ve zaviyeleşiyor.

O, OHAL’i denetlerim diyen eski Anayasa Mahkemesi, hem de 1982 Anayasası döneminde;

·         “Devlette din, kimi haklara sahip olmanın şartı değildir” diyen (1989);

·         “Eğitim ve öğretimde, dinsel inanca devlet gücünün özel bir katkı vermesi düşünülemez. Lâiklik bir bütündür. Özellikle eğitim ve öğretim alanında lâikliğe bağlılık ve saygı, ulusun geleceği açısından da üzerinde önemle durulacak bir konudur. Siyasal alanda dinsel çabalar, dinsel geleneklere uygunluğu aranan düzenlemeler, eylem ve işlemler ne kadar geçersizse, öğretim ve eğitim alanında da din buyruklarıyla ilişki kurulamaz. Demokrasinin güvencesini ve Cumhuriyetin özgün niteliğini oluşturan bu ilkenin büyük bir duyarlık ve özenle korunması Anayasa gereğidir” diyen (1989);

·         İmam hatip liselerinin işlevinin çağdaş din adamı yetiştirmek olduğunu;  öğrencilerini, 'imamlık, hatiplik, Kuran kursu öğreticiliği gibi dini hizmetleri yerine getirmek amacıyla' yükseköğretime hazırlayacaklarını, imam hatip lisesini bitirenler için yükseköğretimin yalnızca 'din adamı yetiştirme' programı ile sınırlı olması gerektiğini kabul eden (1998);

·         Polis yükseköğrenim kurumlarına alınacak öğrencilerin kaynakları arasında “imam hatip lisesi” mezunlarının bulunmamasını Anayasa’ya aykırı bulmayan (2004);

·         “Bireysel bir tercih ve özgürlük kullanımı olsa da, kullanılan dinsel simgenin tüm öğrencilerin bulunmak zorunda olduğu dersliklerde veya laboratuar ortamlarında, farklı yaşam tercihlerine, siyasal görüşlere veya inançlara sahip insanlar üzerinde bir baskı aracına dönüşmesi olasılığı bulunmaktadır. Bu olasılığın ortaya çıkması durumunda taşınan dinsel simgenin başkalarının üzerinde yaratacağı baskı ve olası eğitim aksamaları ile kamu düzeninin bozulması karşısında, üniversite yönetimlerinin ve kamu kurumlarının müdahalesine olanak verilmemesi, herkesin eşit şekilde eğitim hakkından yararlanmasını engelleyebilecektir” diyerek hem de Anayasa'nın (10. ve 42.) maddelerinde yapılan düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşan (2008).

·         İmam hatip lisesini bitirenlerin yükseköğretimin tüm programlarında öğrenim görebilmeleri için ısrarla düzenleme yapma çabasını, AKP'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı sayılmasının nedenlerinden biri olarak değerlendiren (2008);

Eski Anayasa Mahkemesi, 2010 yılında yenilendikten sonra, OHAL içtihadında yaptığı gibi önceki laiklik içtihadını bir çırpıda çöpe atarak eğitimi dinselliğe teslim ediverdi.

İşte yersiz ve saçma olanlardan küçük bir demet. “Hukuk” gibi disiplin isteyen bir alandan çıkan daha ne paçavralar var.

Şimdi karar verelim: Yersiz ve saçma olanlar, kendilerini kabul ettirme konusunda toplumsal ilişkilerin özelliğine göre OHAL gibi AKP gibi bir şeylere bir yerlere sığınma konusunda mahirler mi? Yoksa AKP ve ondan vazgeçemeyen sermaye, güçlerini yersiz ve saçma olanlar üzerinden mi yürütüyor?

Bir de şu var. Türkiye o hale geldi ki uluslararası da dahil sermaye, düzen partileri içinde başka bir partinin kendisine en iyi hizmeti yapacağına inanmıyor. Aynı şekilde düzen partileri de sermayeye AKP’den daha iyi hizmet yapabileceğine inanmıyorlar; sanki AKP ile yaşıyorlar.  

Bu inanıp inanmama konusu da yersizlikler ve saçmalıklar konusu da anaforcuların sorunu, bundan emekçilere ne diyebilir miyiz? Diyemeyiz. O zaman biz de başlığı tamamlarız: vur beline kazmayı.