Cumhurbaşkanına hakaret: hangi alanın konusu?*

Cumhurbaşkanına hakaret, hukuk alanında gündemin önemli konularından biri…

Suç mudur, değil midir? Suç ise hangi durumlarda ve cezası ne olacaktır?

Avrupa’da durum nedir? İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ne diyor? Orada suç değilse, Anayasa’nın 90. maddesi kapsamında Türkiye’de durum nedir?

Türkiye’de mahkemelerden neden farklı kararlar çıkmaktadır? Bu farklılık hangi dönemlerde ortaya çıkmıştır? Ya da hangi cumhurbaşkanı döneminde hakaret davası konusu artarak alevlenmiştir.

Düşünce özgürlüğü, ifadeyi açıklama ve eleştiri özgürlüğünü kapsamıyorsa bir anlam ifade eder mi?

Kabul edilebilir eleştiri sınırları kime göre nasıl değişir? Siyasi mücadele kapsamı ile kişisel hakaret kapsamı farkı nedir?

Konu, birçok alt başlıkla hukuk ve yargı alanında tartışılıyor.

Hukuk alanından bakıldığında, “hukuk kimlerin hangi haklarını koruma altına almıştır?” sorusu sorulmayacak mıdır? Bu sorunun yanıtı verilmeden “cumhurbaşkanının fonksiyonları değil, şeref varlığının korunması söz konusu” denilerek, cumhurbaşkanının merkeze oturtulması neleri perdelemektedir?

Peki, konu yalnızca hukukun konusu mudur? “Bir eylem gerçekleşir, sonra da hukuk ve yargı devreye girer” eşiğinde takılıp kalan liberal bakışla çözüme ulaşılabilir mi? Ya da konunun hukuk yönü çözümlenirse sorun giderilmiş mi olacaktır?

Sürekli eleştirilen, bu eleştirilerin çoğunun da kimilerince hakaret olarak nitelendirildiği bir cumhurbaşkanı ne anlama gelir?

Mücadele olarak sürdürülen eylemler dizisini, “merkezdeki kişi üzerinden kötüye kullanma” olarak tanımlamak, eylemi yapanların hakları yönünden dar sınırlama hatta hakkın özüne dokunmak anlamına gelmez mi?

Merkezdeki kişiliğin temsil ettiği makamın “toplumsal değeri” konusunda toplumun geniş kesiminin sahip olduğu düşüncenin hiç mi önemi yoktur?

Eğer o makam, toplumun içine itildiği karanlık dünyanın, gericiliğin, eşitsizliğin, hak ve özgürlük ihlallerinin, adaletsizliğin, toplum içinde küçük bir yüzdeye yığılan servetin, sömürünün, cinayet ve katliamların müsebbibi ve özdeşi görülüyorsa ne yapılacaktır?

Uçurumların ve insanlık dışılıkların artarak yaşandığı bir ülkede, parlamento içinden ya da doğrudan halk tarafından seçilmiş olsa bile bir cumhurbaşkanı, eleştiri hakkının sınırlarını da genişleterek toplumun bir kesimini yeriyor, hatta suçluyor, bir kesimini de göklere çıkarıyorsa, yerilen ve suçlananların hakları nasıl korunacaktır?

Dokunulmazlık ya da sorumsuzluk sahibi olanların, başkaları üzerinde her türlü eleştiri ve saldırı hakkını kullanması sınırsız mıdır? Onlardan, korunma kılıfı olarak kullandıkları hukuk dışında, hesap sorulmayacak mıdır?

Sorular ve tartışmalar uzayıp gidiyor. Bu karmaşaya karşı, somut durumun somut analizini yapmak gerekir.

Görev, yetki ve sorumluluğu ne olursa olsun; unvanı, cumhurbaşkanı ya da başkan ne olursa olsun, devleti temsil yetkisine sahip olanlar da devlet gibi sınıfsaldır. Nasıl devlet, üretim ilişkilerinden ve toplumsal ilişkilerinden soyutlanarak okunamaz ise devletin temsilcileri de aynı ilişkilerden soyutlanarak okunamaz.

Bağlı olduğu kuralları tanımayan, gerekçe olarak da halk seçimine sığınan bir cumhurbaşkanı, düzenin organları tarafından denetlenemiyorsa, toplumsal denetim yollarının çalıştırılması kaçınılmazdır. Bunun sunucunda eleştiri hakkı kadar, halkın, seçtiğini geri alma hakkı da söz konusudur.

Egemen siyasete ve düzene kayıtsız koşulsuz sahip çıkan, bu kapsamda çatışmayı her daim yüksek tutan, halkın seçimiyle geldiği için siyasetten uzak olmayan bir yönetim/siyaset insanına karşı, sırf cumhurbaşkanı ya da başkan diye sessiz kalmak, ona karşı siyasi mücadele içinde olmamak, uzlaşma dışında bir anlam ifade etmez. Makama sığınan böyle bir uzlaşma, hele bir de meşruiyet sorunu varsa, başka uzlaşmaları da yanına çekerek baskı ve sömürü düzenine teslimiyettir;  evcilleşerek mücadeleyi bırakmaktır.

Sınıfsal karşıtlıklarda, egemen sınıfın temsilcisi olan cumhurbaşkanının bir ayrıcalığı yoktur. Anayasaların kimilerine “ayrıcalıklı” demesi karşıtlığın özünü değiştirmez. Kaldı ki, temsilcileri koruyan hukuk, aynı zamanda onlardan hesap sorulacak bir mücadele alanı olma niteliğine de sahiptir.

Bu durumda maddi gerçek, bütün soruların çatısı olarak şu soruyu sorar: Birilerinin hakaret olarak nitelendirdiği, suç ve ceza kapsamına alarak hukukun konusu yaptığı şeyin kaynağı nedir? Soruyu tercüme edersek; bir cumhurbaşkanına neden eleştiri -kimilerine göre hakaret- yapılır?    

Düzen, insana ve topluma yönelik olumsuzlukları ve eşitsizlikleri ne kadar çok içinde yaşatıyorsa, o düzeni temsil eden devlet ve o devletin temsilcileri de o kadar çok yaşatır.  Sınıfsal mücadelenin özünden gelen, düzene karşı mücadele, ödün verilmeden “devlet makinası”nı ve temsilcilerini de kapsar. Bunu da ancak, “kendisi için hareket eden” örgütlü halk yapabilir.

*Konu, bugün 18.30’da Ankara Barosu Eğitim Merkezinde (ABEM) , Hukukta Sol Tavır Derneği tarafından düzenlenen ve yargının üç ayağıyla akademik alandan ilgili hukukçuların da katılacağı bir atölye çalışmasında tartışılacaktır.