Çözüm sürecinde hukuksal tuzaklar

1980’in yaşlı kuşağı, 12 Eylül’ü, “bir sabah uyandığımızda silahlar susmuştu, sağ sol çatışması bitmişti” diye anlatırlar ve darbeci askerlere minnet duygularını sıralarlar. Ama “demokrasinin ortadan kalkması”, “parlamentonun, partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin kapatılması”, “hukuk devletinin yıkılması”, “beş generalin ağızlarından çıkanın hukuk olması”, “yurtseverlerin, aydınların, öğrencilerin, emekçilerin işkenceli tutsaklıkları”, “hukuksuz infazlar ve idamlar”, “sıkıyönetim”,  “neoliberalizmin tüm vahşiliğiyle ve hukukuyla yerleşmesi”, “piyasa ve gericilik”, “sömürünün, eşitsizliğin, adaletsizliğin, özgürlük ihlallerinin derinleşmesi” gibi konularla ilgilenmezler. Darbe yönetiminden kurtuluşu da 1982 Anayasası’na bağlarlar.

AKP’nin mirasına konduğu bu süreç, daha da derinleşerek ve vahşileşerek devam ederken, “bir sabah uyandığımızda silahlar susacak” denilen çözüm sürecindeki tuzakları, soL yazarları, “ama” sözcüğüyle başlayarak bir bir sıralıyor.

Hukuksal tuzaklardaki kritik kimi başlıkları da anımsatalım:

HDP’nin, İç Güvenlik Yasa Tasarısının yumuşatılması,  kabul edilen maddeler üzerinde yeniden görüşme söylemleri biraz havada duruyor. AKP’nin buna ilk çıkışı hayır oldu; yani yanaşıp yanaşmayacağı şüpheli. Zaten görüşmeler de devam ediyor. Bir kere, Meclis’teki eylemlerde tasarıya karşı duruş vardı; şimdi değişikliklerden söz ediliyor. 12 Eylül’de yapılan da silahla şiddet idi, bu tasarıyla getirilen de silah ve şiddet… İkincisi, Tasarının görünürdeki gerekçesi, Doğu ve Güneydoğu’daki eylemlerdi. Çözüm anlaşması ile bu gerekçe çökmüş olacak. Eğer bu görünürdeki gerekçe samimi ise Tasarı geri çekilmelidir. Aksi halde gerçek gerekçe ve amaca HDP de ortak olacak. Bunun revizyonu ve pazarlığı olmaz.

AKP ve HDP yeni anayasayı seçimden sonra ilk sıraya yerleştiriyor. AKP’nin yeni anayasadan ne anladığı açık: İslami faşizmin ve padişahlığın anayasası… Daha da sınırlandırılmış hak ve özgürlükler içinden “özerklik” çıkarmanın, kimi göstermelik kültürel başlıklar atmanın anlamı olmaz. Böyle bir anayasa, mevcut düzenin taşıyıcısı olur ki, “bir sabah uyandığımızda…” diye başlayan masal da başladığı yerde bitmiş olur. Yani 12 Eylül Anayasası tekrarlanmış olur.

Bugünün ve geleceğin Türkiye’sinin temel başlıklarından biri laikliktir. AKP, bugün alt üst ettiği ve yalnızca dinsel özgürlük başlığıyla yaşatmaya çalıştığı “sözde laikliği” yeni anayasaya taşımak istiyor. Burada da “Kürt-İslam sentezi”, “HÜDAPAR” kokuları çıkıyor. Dinsel çorba kazanından, bir kepçe bile demokrasi çıkmaz, ümmetçilikten de devlet çıkmaz. Dinsel çorba kazanının geleceği, “bilinmezlik”tir. 

Seçim sürecinde atılan adımların, seçim pazarlığı taşımaması düşünülemez. Hele hele bu pazarlık yüzde on barajını çıkış olarak gören iki parti tarafından yapılıyorsa ve halklar, yalnızca pazarlık konusu yapılıyorsa… Çözüm açıklamalarından ve yeni anayasa gibi taleplerden de anlaşılan o ki, AKP ve HDP ağırlıklı bir Meclis düşünülüyor. CHP ve HDP ağırlıklı, sola göz kırpan bir Meclis bile pazarlık için piyasadır. Bunun hukuksal anlamı, yüzde on seçim barajı dahil, eşitsiz ve adaletsiz seçim hukukunun aynen uygulanmasıdır. Bu seçim düzeninden de demokrasi çıkmaz.

Tarafların değinmedikleri, değinenlere kızdıkları bir başka başlık ise kapitalizmin ve emperyalizm… Doğal olarak bu düzenin hukuku da dokunulmazlık taşıyor. Özelleştirme ve diğer sermaye birikim yasalarından tutun esnek, güvencesiz ve ucuz emeğe kadar devasa bir hukuk ordusuyla düzenin istikrarı koruma altında. Bu sömürü düzeninden de ne adalet ve özgürlük çıkar, ne eşit vatandaşlık, ne de eşitleştirilmiş toplum.

Aslında bu beş maddelik, ancak etkisi yüksek hukuk dökümü, Türkiye’nin içine itildiği durumun özeti. Geleceğin hukuku, bu durumu, rejim değişikliğini belgeleyecek. Belgeleme işini de, bu kaotik ortamda yapılabilirse eğer,  7 Haziran seçimleri sonucu oluşan Meclis yapacak.

Pazarlık ve hesaplar, görünürde, seçim üzerinden “Meclis”e bağlanırken, gerçekte düzenin devamına ve bu devamı sağlayacak yönetim tarzına ve hukuka dayalı yapılıyor. “Hamam” aynı, “tas” değişecek.

“Gizem”i ve “acaba”sı olmayan, netleşmiş bir iktidar partisi söz konusuysa; yozlaşmışlık, vahşilik, saldırganlık, kemirgenlik, yobazlık ve karanlık söz konusuysa; hırsızlıklar ve cinayetler söz konusuysa; devlet ve hukuk, kurum ve kurallarıyla kılıf olarak kullanılıyorsa; bu çerçevenin aktörleriyle pazarlık ne kadar yapılabilir? Ya da çerçevenin dışına çıkmadan ezilen, sömürülen, hakları gasp edilen halkın, emekçilerin derdine kalıcı çare bulmak olanaklı mıdır?

Eşitlik ve özgürlük için direnen halkı, “kamu düzeni ve güvenliğini bozan çapulcular” diyerek düşman ilan eden hukuk, aynı zamanda, devlet şiddeti için sığınılan hukuk; çözüm pazarlığının meşrulaştırma aracı olarak kullanmaya da yatkındır.  

Düzen içi uzlaşma ve açılımların sınırını, tıpkı mücadele kazanımlarının hukuka yansıtılma sınırı gibi, düzen belirler. Sınıfsal mücadeleden uzaklaşıldıkça da direnen halkı düzene uyarlama kolaylaşır.