Binbir surat

Hukukun bağdaşmayacağı kavramların başında keyfilik gelir. Hukuk yanar döner de olmaz.

Hukuk, “açık, net ve anlaşılır” olarak gerçek yüzünü ve amacını da saklamamalıdır.

Hukuku yönlendiren ve etkileyenlerle son damgayı vuranlar ve tabii ki siyasetçiler için olduğu gibi, uygulayıcılar, yorumlayıcılar için de geçerlidir bu güvenilirlik; hukuk devleti için de...

Hukukçu, dönemlere ya da siyasete göre farklı kişiliklere bürünmez, dönek olmaz.

Bu genellemeyi, hukukun ideolojik araç, hatta AKP döneminde açık ve seçik baskı aracı olduğunu bilinerek yapıyoruz. Diğer deyişle, egemen siyaset, hukuku ideolojik ve/veya baskı aracı olarak kullansa da “kalleşçe” kullanmamalıdır.

“Baskı aracı olduktan sonra, kalleşçe kullanılsa ne olur ki” demeyin. Arada çok fark var. En azından birincisi bilinir, öngörülür; ikincisinin ne olduğu nereden gelip ne yapacağı belli olmaz.      

1936 tarihli İş Kanunu görüşmelerinde Recep Peker’in Meclis’te yaptığı; “Kanunun, sınıf şuurunun doğmasına ve gelişmesine müsaade etmeyeceğini, kanunla tek taraflı maksatlar güdülmeyip ilgili tarafların haklarının ve menfaatlerinin karşılıklı olarak düzenlendiği bir iş hayatı, milliyetçi ve halkçı bir cephe kurulduğunu, sınıf mücadelesine ve istismara yer vermeyen, uzlaştırma prensibine dayanan bir toplum yaratma yolunda bulunduğu”  şeklindeki açıklama, saklanma gereği duymayan ve uyarmaktan da kaçınmayan şekliyle birinci için örnek olarak gösterilebilir.  

Bugün, kendi çıkardığı İş Kanunu ile kısa sürede sıklıkla oynayan AKP’nin işçi lehine attığı nutuklarla emekçilerin her gün daha gerileyen hakları göz önüne getirildiğinde, hukukun yalanlarla dolu siyasete nasıl alet edildiği de görülecektir. Sözde lehine çıkarılan yasalarla emekçilerin nasıl ezildiği de açıktır.

17 Aralık 2013’ten sonra AKP baskısıyla yapılanlar yargıya müdahale olmuyor da AB’nin görüşü yargıya müdahale oluyor. 2010’dan sonra yargının ele geçirilmesinde cemaat ortaklığı fazlaca işe yarıyor da bugün tasfiye ihtiyacı duyuluyor. Yargı, 2013’de yaşananların üstünü örtmek ve intikam için kullanılıyor. Meclis soruşturma komisyonu, aklamaya yarıyor.             

Kirli oyunlar oynanıyor. Direnme hakkını kullananlar yargılanırken, devlet adına saldırdığını iddia edenler aklanıyor. Sözde operasyonlarla, aynı çatının başka suçlularını aklamak için sahneler hazırlanıyor.

Hukukta Sol Tavır Derneği’nin 17 Aralık açıklamasında da değinildiği gibi;  hukukçulara, hukukun ilkelerine dair bildikleri ne varsa "iktidarın işine gelmediğinde" unutması gerektiği öğretiliyor. Kanun önünde eşitlik, adil yargılanma, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı... Hepsi iktidarın elinde eğilip bükülüyor. Kanunların başına bir varmış bir yokmuş yazılmalı bundan böyle, zira hepsi birer masaldan ibaret… Egemenlerin isteğine göre, hukukun genel ilkeleri ve kuralları bir var, bir yok.

Ama bu tür kirli oyunların parçası olmamakla yetinmek yetmiyor. Kirli oyunlar için laf yetiştirme yarışına girmek de işe yaramıyor.

Hukukta Sol Tavır Derneği, “hak mücadelesinin sadece pozitif hukukla verilmeyeceğini, adalet talebinin kanunları ve kanun yapıcıları aşan meşruluğunu, adalet hedefiyle örtüşmeyen her türlü yasal işlemin gayrimeşru olduğunu” bir kez daha uyarıyor. 

Çünkü hukuku ve yargıyı kirli oyunların parçası yapan siyaseti kökünden söküp atmadan yapılan her mücadele aynı hukuk ve yargının duvarına çarpıp dağılıyor. Masumiyetin zaferi bu…

Gerçek mücadele, binbir suratın gerçek yüzü üzerinden yapılmadıkça sahte suratlarla uğraşmak,  mücadeleye değil muvafakata yarıyor.

Yani düzenin aktörlerine göre çözümün adı çözümsüzlük…

Bize göre… “Evet, darbe yaptık” diyor “çArşı” yargılanırken, “engellere” ve “umutsuzluğa” darbe yaptık.