Bencilik ve anayasa oyunları

Cumhuriyetin, onun nitelikleri arasında olan demokrasinin kişisel iktidar amaçlı kullanılması örneklerine “kişisel amaçlı anayasa” da eklenebilir. Böylece kişisel iktidar, soyut kavramlar içinden kolaylıkla sıyrılırken, anayasa yoluyla kendisini sağlama da almış olur.

Ama hemen vurgulayalım, bu giriş toplumsal ilişkilerden, ekonomi politikten ve tabii ki sınıfsallıktan soyutlanarak okunmaz. Egemen sınıf da, iktidar renklerinin -kendi sınırlarını delmemek üzere- karışıklığıyla fazla ilgilenmez.

2017 Anayasa değişikliği yasasının, toplumsal, siyasal, hukuksal tüm teori ve pratikleri altüst eden bir biçim ve içerikle; aynı zamanda da başoyuncusunun söylem ve eylemleriyle aşırı derecede dışa vuran bencilikle halkın önüne getirildiğini söyleyebiliriz.

Bu bencilik, başoyuncunun kendi siyasetinde zaten var. Fazla kaynağa dalmadan yalnızca 2012 yılında oluşturulan “Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu”na, dönemin başbakanı olarak yazılan “Değerlendirme ve Cevaplarım” başlıklı yazıya (27.11.2012) bakmak yeterli.

Meclis Araştırma Komisyonu Raporu (S. Sayısı:376), TBMM’de görüşülemedi ama bu hukuksal durumun ortaya çıkardığı hükümsüzlük, Komisyona sunulan ifade ve görüşlerin de hükümsüz olduğu anlamına gelmez.

Kaldı ki zaten söz konusu Komisyon için soL Gazete’de (21.11.2012) “Darbeleri Sulandırma Komisyonu” manşeti atılmış idi.

Bu sulandırmaya karşın, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini araştıranlar her halde, “Gülen ve cemaat” ile ilgili bilgiler de içeren 2012 Raporuna da bakacaklardır. “Gülen ve cemaat” ile ilgili “devlete sızma” konusunda söylenenlere AKP tarafından göz yumulup yumulmadığını, yumulduysa görevin kötüye kullanılıp kullanılmadığını tarih elbette yazacak.

Erdoğan, “Değerlendirme ve Cevaplarım” başlıklı yazısında, bugünkü gerekçelerinin ve söylemlerinin tersine, parlamenter rejime ve tarihsel sürece sığınıyor. Kısaca özetlersek şunları söylüyor:

“Gazi Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı zaferimize ve ardından Cumhuriyetimizin ilanına giden yolda en önemli adım olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplantıya çağırırken, daha o gün temel ilkeyi koymuş ve Meclis’in, ‘bütün sivil ve askeri makamların ve bütün milletin başvuracağı en yüce merci’ olduğunu ifade etmiştir. (…) Milletin gücü, TBMM’de tezahür etmiştir. Bu güç hem Kurtuluş Savaşını yönlendirmiş, hem de Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran irade olmuştur.”

“TBMM, daha kuruluşunda, sorun olduğunda kapatılmak, işlevsiz hale getirilmek için değil; tam tersine ülkenin ve milletin başına gelebilecek en büyük sorun karşısında çözüm üretmek amacıyla sorumluluk yüklenmiştir.”

“Ülkede sorunlar baş gösterdiğinde, ‘milletin kendi kendini idare etmekten aciz’ kaldığı iddiasıyla TBMM’yi işlevsiz hale getirmek, devre dışı bırakmak, hiç kuşkusuz, Cumhuriyetimizin kuruluşundaki en temel ilkeye, yani ‘milletin azim ve kararlılığının her soruna çare üreteceği’ anlayışına, Cumhuriyetimizin ruhuna, özüne, aynı şekilde Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının mirasına çok açık şekilde ihanet etmektir.”

“Meclis, sorun olduğunda dağıtılacak bir merci değil, istiklal mücadelemizde ve Cumhuriyetimizin kuruluşunda olduğu gibi, milletimizin en sıkıntılı anında derhal toplanıp soruna çözüm üretecek yegane merciidir.”

“Milletin oylarıyla iktidara gelen siyasi partilere yönelik tahammülsüzlük, milletin iradesini hiçe sayan fiili dayatmaya dönüşmüş, siyaset mühendisliğiyle yeni bir düzen oluşturulmaya çalışılmıştır.”

“Hiç kimse milletin Meclis’ine, milletin Hükümetine, milletin anayasal ve yasal kurumlarına karşı illegal müdahalelerde, antidemokratik girişimlerde bulunamaz.”

Bu sözler Erdoğan’ın. Yazı bütünsel olarak, kendisini ve partisini öven, dışarıda kalan kişi, kurum ve kuruluşları yeren, hatta suçlayan bir üslupla yazılmış. Komisyonun incelemesine ve araştırmasına ışık tutacak somut bilgiden çok, soyut görüşlerle doldurulmuş; belge ve bilgi yerine, siyaset ağırlıklı bir yanıt yazılmış.

“Demokrasiyi katleden girişimler”, yanıt bütünlüğünde “AKP ve liderinin katli” yanılsamasına dönüştürülmüş; demokrasi, “tek parti-tek lider”, “AKP-Erdoğan” varlığı ve üstünlüğü ile özdeşleştirilmiş. Böylece “darbe” sözcüğü, Erdoğan-AKP siyasetine karşıtlığın genel adı olarak kullanılmış.

AKP ve Erdoğan bugün de 15 Temmuz darbe girişimini Cumhuriyet’le ve AKP karşıtlığıyla hesaplaşma için kullanıyor. Yanına bir de, yalnızca AKP öncesi geçmişi değil kendilerine ait ondört yılı aşan süreyi ekleyerek karaladığı devleti ekliyor. 

2012’de “millet iradesi/meclis” özdeşleştirmesi, “millet iradesi/AKP” bütünleşmesi amaçlı kullanılırken, bugün “millet iradesi/cumhurbaşkanı hükümeti” için kullanılıyor.  İşlevsizleştirilmiş ve tek kişinin yönlendirmesi altına girmiş parlamentonun ve yargının üstü de örtülüyor.   

“Demokrasiye yönelik tehlikelerin demokratik sistemin kendi dinamikleri ile bertaraf edilmesi” savı da bu anayasa değişikliğiyle çürüyor. Demokratik hukuk devletinin kendi dinamikleri üzerinde (Parlamento, Anayasa Mahkemesi, yargı, üniversiteler, demokratik kitle örgütleri, medya, kültür ve sanat, bilim, hak ve özgürlükler) hem hukuksal hem de eylemsel olarak oynayanlar kendileri; denetimsizliği, baskı ve korkuyu yaratanlar da kendileri. Bu dinamiklerin artık demokrasiye yönelik tehlikeleri değil, sermaye-devlet-parti birlikteliğine yönelik tehlikeleri bertaraf etmesi, yerine sermaye-devlet-başkan birlikteliğini getirmesi söz konusu.

“Demokrasiye müdahale girişimleriyle hesaplaşma”, Cumhuriyetle ve demokratik, laik sosyal hukuk devleti ile hesaplaşmaya dönüştü. Hemen her alanda, yürürlükte bir Anayasa yokmuş gibi davranıldı ve böylece yeni anayasa emareleri de verildi. Artık, madde bazında değişikliklerle oyalanmanın anlamı yok.

Tek ilke var, o da ilkesizlik. Zamana ve mekana göre bir onu savunursun bir bunu, bir o yana dönersin bir bu yana… Yeter ki kendi çıkarın başkalarının üstünde olsun.

Halkın öz üretimi olan bir anayasa yerine, halk arasında endişe ve korku yaratan, halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden, Cumhuriyeti ve devletin organlarını aşağılayan, yürürlükteki anayasayı ihlal eden, toplumsal barışı bozan bir anayasa kavgası söz konusu.

Ancak asıl hesaplaşma, sermaye-emek hesaplaşması. Erdoğan ve AKP tarihiyle gelinen yeni anayasa sürecinde asıl olarak emek üzerindeki vahşetin üstünün örtülmesi ve sürdürülebilir kılınması hedefleniyor. Bencilik, şimdilik bu hedefin en kolay, basit ve etkili aracı olarak sunuluyor.

Gerçek “hayır”, kapitalistlerin krizlerinden kurtulup kurtulmayacağını, emperyalistlerin memnun edilip edilmeyeceğini, burjuva demokrasisinin ve hukukunun normal(!) yatağına çekilip çekilmeyeceğini hesaplayanlarının karamsarlığından, piyasa istikrarından, AKP ve Erdoğan’dan öteyi, emekçilerin geleceğini ve sömürüden kurtulma gerçeğinin işaret ediyor.