Baş kesmeden şeytana…

Kavgalar, cinayetler, baş kesme önerileri, yolsuzluklar, talan, yobazlıklar, cinler, hurafeler… Nasıl bir yozlaşma ve karanlık içine itildi toplum? Kadın düşmanlığı, çocuk istismarı ve tecavüzleri dinselliğin nutuklarına sığındırıldı. Cinayetin adı kaza, gericiliğin ve hakaretin adı özgürlük, talanın adı özelleştirme, sömürünün adı düzen oldu. 

Haziran Direnişine katılanların “gezici” diye hafife alınarak başlarının kesilmesinin istenmesiyle, kadının kafasının dinsel simgeyle kapatılarak aklın köreltilmesi, kızların spor müsabakasına erkeklerin alınmaması, “kuran”ın olmadığı yerin karanlık ilan edilerek orada şeytan veya şeytani insan yaratılacağı… Hepsi aynı alana çıkıp aynı amaca hizmet ediyor:  gericilikle uyutulup sömürülen halk…

Kimi akillerinin söylediği saçmalıklar “islam bu değil” diye perde arkasına itilirken, anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığının (DİB) başkanının sözleri nereye saklanacak?       

Arkasından gelen kurumsal düzeltme de kaş yapayım derken göz çıkardı. Bir cami sohbetiymiş, “ayet-i kerime” delil gösterilmiş, müslümanlar kuran okuyup şeytanın tuzağına düşmeyecekmiş, terör ve şiddete bulaşmaktan korunmanın yolu islam dini ve kitabıymış; DİB, ‘çocuklarımıza yönelik eğitim çalışmaları da dahil olmak üzere' bütün faaliyetlerinde dinlerinin rahmet ve adalet eksenindeymiş, kurana dost nesiller yetiştirilmesi için korku değil sevgi dili kullanmaktaymış… 

Anayasa DİB’yi, “laiklik ilkesi doğrusunda”, “bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek” görev yapması gereken bir kurum olarak yazarken, AKP’nin yargıdan da destek alarak o çok sevdiği “dini inanç ve kanaat özgürlüğü”ne ve Anayasanın özünde yer alan “laiklik” ilkesine göre hareket etmesi gereken bir devlet kurumunu tanımlar.

AKP laikliği ayaklar altına aldı. Laik olduğunu iddia edenler de laikliğin paspas gibi çiğnenip kirletilmesine tepkisiz kalınca, halk da bu tepkisizliğe ortak olunca sığınılan tek liman dinsel inanç ve kanaat özgürlüğü oldu. Oldu ama o da yalnızca, başka dinler yokmuşçasına, bir dine inanmamak yasakmışçasına, müslümanlıkla hatta onun bir mezhebiyle sınırlı tutuldu. 

DİB ve başkanı açıkça Anayasayı tanımıyor, ihlal ediyor. Suç işliyor. 

Kimse, ibadete, dinsel ayin ve törenlere katılmaya, dinsel inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamazken, bu konuda görevli ve örnek davranış içinde olması gereken DİB zorladıkça zorluyor, hem de çocukları bile şeytanla tehdit edip korkutarak zorluyor. 

"Kimdir şeytan? Dini inanca göre Ademe secde etmediği için cennetten kovulan, insanları tanrının emirlerine karşı kışkırtan ve kötülüğe yönelten cindir; dinlerde kötülüğün simgesidir. "Mecaz olarak kötü düşünceli, kötü niyetli, çok kurnaz, uyanık kişiler için de kullanılır. Yani dinsel olarak da mecazi anlamda da çocukla buluşturulamayacak bir simgedir. 

Çocukları şeytanla tehdit etmek, korkutmak, sindirmek suçtur. Şeytan karşısında bir dinin kitabını zorunlu kılmak da, dini ve din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar etmek ve kötüye kullanmaktır.

Şeytan korkutmasının yanına bir de “islam ve kuran” zorunluluğu getirilmektedir ki, burada da başka dinlere inanan ya da inanmayan ailelerin çocukları çift yönlü baskı altında tutulmaktadır.  

Türk Ceza Kanunu, bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla bir gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesini soykırım suçu olarak tanımlar.

Çocukların cinsel istismarını dinsel inanca bağlı olarak meşru göstermenin yanında bir de çocuklar işkence ve eziyet edilerek köleleştirmeye yönlendirilmektedir; insanlığa karşı suç işlenmektedir.

Çocuğun algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine yol açacak davranış işkencedir. Çocuğu şeytanla korkutmak ona eziyet etmektir. Çocuk, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefretin içine de itilmektedir. Bu nefretin çocuklar arasında endişe ve panik yaratacak etkileri kaçınılmazdır.  

Üstüne, bütün bunlar bir kamu kurumu içinde, devletten destek alınarak yapılmaktadır.

Konunun suç ve ceza yönünü hukukçulara bırakarak, DİB ve başkanı hakkında suç duyurumuzu yapıyoruz.  

Laikliği tanımayanların “din özgürlüğü” dedikleri, kendi özgürlüklerinden başka bir şey değil. 

Eşitliğin olmadığı yerde tapınılanın önünde eşitlik, özgürlüğün olmadığı yerde dinsel özgürlük, ahlaksızlığın diz boyu olduğu yerde dinsel ahlak dayatması, gericiliğin sömürücü düzene desteğinden başka bir şey değil.

Hepsinin nedeni de kapitalizmden başkası değil. 

Din ile siyaseti, devleti, hukuku ve toplumsal yaşamı ayırmayan kapitalizmin kendisi. Dinsel gericilik tüm kamusal alanları ve yaşam tarzını dine göre düzenlemeye kalkışırken kapitalizmin ayrılmaz parçası olarak, sermaye sınıfının silahı olarak sömürü kurşununu görünmez kılmaya çalışıyor.    

Ne eşitlik ve özgürlük ne de adalet yaşadığımız dünyanın gerçeği dışında aranabilir. Dinsellik de sınıfsal mücadele dışında kendine özgü bir kurum gibi görülemez. 

Komünistler,  kurmak istedikleri eşitlikçi, özgürlükçü, aydınlanmacı, adaletli ve ahlaklı düzenin düşmanlarını da mücadele alanına alırlar.