Bağcılar bağlayacak

Yeni yılın ikinci günü... Zaman da durmuyor yaşam da...

29 Aralık günü, İstanbul “Bağcılar”da Sol Cephe kuruluş toplantısındayız. Katılımcıların gözleri pırıl pırıl. Hepsi emek ve emekçi üzerindeki baskının tüm çeşitleriyle tanışmış ama umut dolu… Ezilmiş ama ezilirken olgunlaşmış kadınlı erkekli emekçileri izlerken, onlara birkaç sözcükle hitap ederken ve onları dinlerken, bireysel yaşamların yok edilişi ile toplumsal yaşam arasında gidip geliyoruz.

Bir yandan gericilikle, kentsel dönüşümün beton setleriyle, gelir dağılımındaki adaletsizlikle, yaşamdaki eşitsizlikle komşu olmuşlar. Diğer yandan “emekçi” ellerini ve yüreklerini birbirlerine kenetlemişler. Ne gençler “ömrümüz böyle ezilerek mi geçecek” diyor, ne de yaşlılar “bize ne artık toplumsal sorumluluktan” diyor. Konuşmak için söz alan emeklilerin, “emekliyim ama emekçiyim” dedikten sonra, “aynı zamanda sosyalistim” diye kendilerini tanıtmaları, kararlı konuşma üslupları ve gençleri saygıyla dinlemeleri umudu işaret ediyor.

Yıllar öncesine, 1993 yılının 28 Nisan’ına gidiyorum. Görevli olduğumdan, olay sonrasını yakından gözlemleme olanağı bulduğum Ümraniye Hekimbaşı Çöplüğü’nün bir yanardağ gibi patlaması sonucu tonlarca çöpün, çöplüğe kurulmuş evlerin üzerine yığılmasına… Kaç ev vardı? Kaç kişi vardı? Kaçı çocuk ve bebekti? Kaçının yaşamı çöp dağının altında kaldı? Ne patlama anında evlerde bulunmayanlar çıkıyor işin içinden ne de devlet… Kayıtlara 27 ceset 12 kayıp geçiyor. Vahşi kapitalizmin çöplüğünde yok olan yaşamlar ve sakat kalanlar…

Olağan zamanlarda çöken binalar, maden kazaları, iş kazaları, trafik kazaları… Adına doğal afet denilen, ancak afetin değil rant ve kapkaç dünyasının öldürdüğü, sakat bıraktığı insanlar… Ticarileştirilen sağlığın kurbanları… Bunlar yetmiyor vahşi canavara…

Roboski’de bombalar yağıyor uçaklardan, Haziran Direnişi’nde mermiler, gaz kapsülleri, sopalar, tekmeler…

Kan akıttıkça besleniyorlar. Beslendikçe, akıttıkları kanları, sömürdükleri emekçileri, eşitsizleştirdikleri dünyayı unutturmaya çabalıyorlar. Öylesine palazlanıyorlar ki, kendi hukuklarında tanımladıkları ve cezalandırdıkları rüşveti, yağmayı, talanı, yolsuzluğu, hırsızlığı olağanlaştırıyorlar.

Kendilerinden başkalarını tanımaz iken kendi hukuklarını da işlerine geldikleri gibi tanıyorlar. Kendileri için çalışıyorsa hukuk ve yargı var, çalışmıyorsa yok. Kendileri için olanaklar sunuyorsa demokrasi var, sunmuyorsa yok. Özgürlük ve adalet yalnızca kendileri için…

Vahşi kapitalizm, kendi yaşam alanı dışında her bir köşeyi kendi çöplüğü yapıyor, cinayetlerini işliyor. Emekçinin üzerine basa basa katran kuyusundan kafasını çıkarıp nefesini alırken, altta kalanın nefesini hissetmediği an yeni destekler arıyor. Yalan dolanla, sabun köpüğü gibi suyun üzerinde kalmaya çabalıyor. Ve cinayetlerini de yolsuzluklarını da yozlaşmalarını da meşrulaştırmak için kırk takla atıyor. Oysa bireysel yaşamlara el atılsa da toplumsal yaşam hiç durmuyor.

Balzac, “meğer sen ne hırsızmışsın, yaşamı da yanına alıp götürmüşsün” demiş ya, bunlar da tüm toplumun yaşamını çalmaya yelteniyorlar.
Oysa 2013’ün Haziran Direnişi, Sol Cephe’de buluşuyor. Yerel meclis kuruluşları hızla ve kararlılıkla çoğalıyor. Sol Cephe, “Hükümet istifa” diyenlerin cephesini toparlıyor ve “hükümeti istifa ettirecek güç” olma yolunda hızla ilerliyor.

“Bağcı”lar tüm Türkiye’de iş başında bir yandan acımasız sömürü düzenini, talan düzenini, gerici düzeni ve bu düzenin kutu kutu para sevdalılarını derdest edip bağlayacak diğer yandan ezilenleri, karanlığa itilenleri, emekçileri birbirine kenetleyecek ve halkın örgütlü gücü yapacak…