Ayar

Ali Rıza Aydın'ın “Ayar” başlıklı yazısı 25 Nisan 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

2010 Anayasa değişikliğiyle, “dönüştürülen Cumhuriyet”e ayarı yapılan Anayasa Mahkemesi, geçen haftaki “laiklik ve yeni anayasa” başlıklı yazımızla aynı gün (18 Nisan 2013) 4+4+4 Eğitim Yasası’nın iptali istemini reddettiği kararın gerekçesini yayımladı. Mahkeme’nin elli yıllık tarihindeki laiklik içtihadı altüst edildi ve Anayasa değişikliğine gerek duymadan ayar yapıldı. Gazetemizin bir gün sonraki manşetiyle, “laikliğe yargı darbesi” yapılarak “yapı”ya uyum sağlandı.

23 Nisan Resepsiyonu’nda Anayasa Mahkemesi Başkanı, yeni laiklik yorumu için, “pozitif anlamda bir değişikliğin” yapıldığını, “dolayısıyla daha liberal, daha özgürlükçü bir laiklik anlayışının bu ülke için çok daha sorunları çözecek bir anlayış olduğu kanaatine” varıldığını söylemiş. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ise Türkiye Raporu’nda yer verdikleri, 4+4+4 sisteminden sonra “laiklik esasından sapma” yaşandığına ilişkin bölümün çıkarılmasını, karara rağmen kabul etmemiş. Diğer deyişle Türkiye’nin ayarını, “ayar bozukluğu” olarak nitelendirmiş.

AKP’nin de yeni Anayasa Mahkemesi’nin de laiklikten anladığı, “bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliği” olması… “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması”nı da yalnızca devletin dinsel özgürlüğe karışmaması, dinsel alana girmemesi, dinin siyasi müdahalelerden korunması olarak algılıyorlar. Dinin devlete, siyasete ve yaşama karışmaması, yönetim aracı olmaması şeklindeki yılların içtihadını yok sayıyorlar. AKP, bunu biraz daha farklılaştırarak, anayasal özgürlüklerden inanç, din, mezhep veya felsefi tutum nedeniyle ayrımsız yararlanmayı yok sayarak, çoğunluk dini için, aslında “Sünni İslam” için özel koruma istiyor. Anayasa Mahkemesi buna da uyuyor ve “laik devlet, resmî bir dine sahip olmayan, din ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dini inançlarını barış içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlettir” genel anlatımını kullandıktan sonra, “Anayasa, resmi bir dine yer vermemekle birlikte, çoğunluk dininin mensuplarının inanç, ibadet ve eğitim gibi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik resmi mekanizmalar öngörmüştür” diyerek, Sünni İslamın yasal korumaya alınmasına hukuksal meşruiyet sağlıyor.

Ayrım yapılmaksızın tüm inanışları ve inanmama özgürlüğünü tanımayı ve hepsine eşit yaklaşımı öngören laiklik ilkesi, aynı zamanda dinin devlete, siyasete, topluma ve bireye el atmasını reddeder. Laiklik ilkesinin özü, bireylerin yaşamının, bireyler arası ilişkilerin ve toplumsal düzenin ve yaşamın din tarafından düzenlenmemesi, ilişkilerde aklın egemen olmasıdır. Ancak, dinin bir üstyapı kurumu olduğu, din-devlet-toplum-birey ilişkilerini belirleme, yorumlama, duruma göre değiştirme hakkının egemen sınıf siyasetinin elinde olduğu, hukukun ve devlet organlarının da bu siyasete koşut davrandığı unutulmamalıdır. Aksi halde, anayasayla, yasalarla ve yargı kararlarıyla yapılan ayarların niteliği ve amacı anlaşılmaz. Yasa koyucunun ve yargının, toplumsal gerçeklerin etrafından dolana dolana yaptıkları anlaşılmaz.

Anayasa Mahkemesi’nin, dinin “toplumsal görünürlüğüne” olanak tanınması uğruna verdiği karar, toplumsal aklın yerini dinsel iradenin almasının yolunu fazlasıyla açacak ve kontrol edilemez durumlara neden olacaktır. Son dönemde yaşananlar ve Hizbullah hareketi, bunun açık örnekleridir.

Kapitalizm, krizini aşmak için nasıl devlete gereksinimini artırdıysa, yargıyı hizaya getirdiyse, dinsel yaşam tarzının topluma dayatılması için de devlete işlev yüklemektedir. Müzakere süreci, büyüyen ve barıştan uzaklaşan yanlışlarıyla milliyetçi karşıtlığı keskinleştirirken, laiklik ihlalleri de dinsel özgürlük adına, inançta ikiyüzlülüğü ve gericilik-aydınlanmacılık ayrımını keskinleştirmektedir.

Toplum, bu keskin ayrışmalarla oyalanırken, ortasında, sıkıntısız, kendisine el atılmayan, istediğini elde eden büyük sermaye ise yangını seyrederken dimdik ayaktadır. Vahşi kapitalizmi “ıskalayan” karşıtlıklar bırakılmadan, üst yapı ayarlarıyla oyalanma terk edilmeden ne sömürüyle ne de gericilikle savaşılır. Sömürünün, ezilmenin farkında olmayanların, “toplum ayarı”nı, “sendika ayarı”nı, “1 Mayıs ayarı”nı görmeyenlerin kendilerine başkaları tarafından biçilen şovenizme ve gerici yaşama karşı savaşımları da etkisiz kalır, egemenin çizdiği sınırı geçemez.