Anayasal devletten anayasalı hükümdara

Öyle bir anayasa için çalışılıyor ki, getirilecek rejimin adı bile konulamıyor. Anayasacılar, hukukçular, siyaset bilimciler, “olur ya da olmaz” üzerinden tanım açıklamasına tartışmasına da giriyor ister istemez.

Getirilecek rejim anayasa teorisi ve pratiği ile ortaya çıkan tarihsel kalıplara benzemiyor. O zaman ad konusunda kafa yormaya da gerek yok; ne yazarsanız oturur. Teklif sahibi “cumhurbaşkanı” dedi ama hukukta genel ilke, “ad” değil “içerik”tir.

Taha Parla’nın, başkanlık rejimi için kullandığı “parlamentarizmin ‘yoz’ formu” sözcükleri bir yönüyle anlatıyor içeriği.

Serbest piyasaya ve serbest gericiliğe takviye olarak “serbest rejim” nitelendirmesi de bir başka içerik anlatımı olabilir. 

Giden tanımlanırsa gelenin emaresi belirir. Anayasal devlet gidiyor, demokratik ve laik cumhuriyet gidiyor, hukuk devleti gidiyor; yargı denetimi ve toplumsal denetim, partili siyaset gidiyor.

Teklife, yeni anayasa demek, anayasa değişikliği demekten daha anlamlı… Çünkü cumhuriyetin nitelikleri ve devletin yapısı altüst ediliyor. Mevcut Anayasa’nın “Başlangıç” bölümüne dokunulmuyor ama “cumhuriyetin temel organları” öylesine sarsılıyor ki, şiddetli deprem etkisi yaratılıyor. Değişiklik iskeleti bozmaz, oysa bu anayasa önerisiyle başka bir iskelete geçiliyor; etkisi yıllarca sürecek nükleer patlamaya bir adım kalan iskelete…

18 madde olarak Anayasa Komisyonu’ndan geçen anayasa teklifi, madde sayısının masumiyeti içinde tartışılıp duruyor. Niceliksel olarak bile yalanlara sığınılıyor. “18 maddelik teklif, ne var ki” umursamazlığı ile içerik saklanmaya çalışıyor.

18 maddenin, -biri geçici, biri de yürürlük olmak üzere ikisi çıkarsa- 16 maddenin Anayasa’ya müdahalesi, niceliksel olarak bile masum değil; yani anayasa teklifi 18 maddeden ibaret değil. Anayasa’nın, 23 maddesinde kısmi değişiklik yapılıyor, 10 maddesi tümüyle değiştiriliyor, 5 maddesine ekleme yapılıyor, 20 maddesinde çeşitli ibareler çıkarılıyor, 21 madde ise tümüyle yürürlükten kaldırılıyor. Özetle, 177 maddelik Anayasa’nın 79 maddesine müdahale ediliyor.   

Teklif yasalaşırsa, bugün “cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu” tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılan ve yerine getirilen “yürütme yetkisi ve görevi” yalnızca ve tek başına “cumhurbaşkanı” tarafından kullanılacak. Genel seçimle oluşan Meclis’in içinden çıkan bir başbakan ve bakanlar kurulu olmayacak. Bakanlar kurulu kuruluşu, göreve başlaması, güvenoyu, siyasi sorumluluk, bakanlıkların kurulması ve bakanlara ilişkin maddeler yok olacak.

Artık, belalı maddeler de yok. Örneğin kanun hükmünde kararname çıkarma maddesi yok; “sıkıyönetim” de yok. Daha pratik yöntemle, cumhurbaşkanı kararnameleri çok şeyi çözecek; çetrefilli her konu da “olağanüstü hal” ile halledilecek. OHAL patronu da tabii ki cumhurbaşkanı.

TBMM ise görev ve yetkileri budandığı, içinden hükümet çıkarmadığı için, diğer deyişle işi azaldığı ve işlevsiz kaldığı için 600 kişiye çıkarılıyor. Seçimden seçime siyaset açık artırmada…

Yargı, “bağımsızlık” sözcüğünün yanına “tarafsız” sözcüğü eklenmek suretiyle sınıfsal toplumun uzlaşmacılığına tam uyarlama yapılarak, hem egemen sınıfa hem de devleti ve iktidar gücünü elinde tutan cumhurbaşkanına tam bağımlı hale getiriliyor. Anayasa ve yasalar taraflıyken, tarafsız yargı nasıl olacak? Anayasa ve yasalar taraflıyken bağımsız yargının anlamı çok başka.

Cumhurbaşkanı bütün işleri kendi mi yapacak? Olur mu? Memur olarak atadığı cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar işleri yürütecek, yürütemezse görevden alacak.

İşin özü şu: Tarihsel olarak, (i) temel hak ve özgürlükleri tanımlayıp sınırlamasını anayasal ilkelerle güvence altına alan; (ii) toplum içinde siyaseti ve devleti tanımlayıp, devleti sınırlayan; (iii) devlet içinde de iktidarı sınırlayan; (iv) demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerini, hukuk devleti ilkeleri, yargı denetimi ve toplumsal denetimle birlikte yaşatan; (v) demokratik toplum düzeninin gereklerini, hem toplum hem de devlet içinde uygulayan ve (vi) devlet organları arasında belli devlet yetki ve görevlerini uygar bir işbölümü ve işbirliği içinde yürüten kuvvetler ayrımını benimseyen anayasal devlet, artık olmayacak.

Varan bir, hükümdarlık anayasası teklifi Anayasa Komisyonundan geçti. Varan iki TBMM Genel Kurul’unda görüşülecek, sonuç malum. Varan üç kaotik ortamda ve OHAL düzeninde halkoylaması yapılacak. İçerik yok, insan sayısı… Türkiye’de seçimler, piyango çekilişlerinin tamamında büyük ikramiyenin “başkan”a çıktığı hikayeye döndü artık.

Son durak, iptal davası açılırsa, Anayasa Mahkemesi… Ona da geçmiş olsun, bitkisel hayatta… O artık, Anayasa’nın değil, zamanın mahkemesi; anayasal denetim değil, zamansal denetim yapıyor. Laiklik ihlalinde, OHAL KHK’si denetiminde kendi tarihini reddeden Mahkeme, Anayasa’nın ilk üç maddesi yönünden denetimi reddedeceğinin emarelerini fazlasıyla taşıyor.

Devlet ve siyasal iktidar hukuksal çerçeve içine ve yargısal denetime çekilmedikçe anayasal devlet yerine polis devletinden söz edilir. Devletin anayasasının olması, anayasal devlet olduğu anlamına gelmez.

Organlarının tüm ipleri tek kişinin elinde olan devlet, aslında organları olmayan, varmış gibi gözüken devlettir. O devlet artık hükümdarın elindedir. O hükümdarın ipleri de, demokrasi ve gericilik gibi iki kılıfa birden saklanan düzenin egemeninin elinde olur.

Çürüye çürüye lime lime olmuş, emeği sömürerek, başı sıkıştığında kan emerek ayakta kalmaya çalışan kapitalist/emperyalist düzen, anayasalı ve partili bir hükümdarla ne kadar yoluna devam edebilecekse etmeye çalışıyor.

“Yönetilmiyor” denilen Türkiye’de yönetemeyenler, anayasal devleti çöpe atan, anayasalı hükümdarlık rejimine geçen anayasa yazıyor; şikayetçi sırasına giren muhalefet ise demokratik payandalıktan vazgeçmiyor. Onlarla aynı masaya oturanlar, onları meşrulaştıranlar, onlar kadar sorumlu…

“Siyasal sorumluluk” nutukları çekenler, Anayasa’nın çöpe atılıp devletin anayasalı hükümdar eline geçmesine muhalefet şerhi koyarak tarihe not düşecekmiş. Güldürmeyin insanı… Biri kötümser, diğeri iyimser iki şık var; ya demokrasi tuzağının kurulmasında ortaklar ya da tuzağa düştüler haberleri yok. İkisi de halka tuzak…

Sömürme hakkının, ezme hakkının, talan hakkının, hırsızlık hakkının, uluorta ve kitle halinde öldürme ve yaralama hakkının, yargısız infaz hakkının, masumiyet karinesini yok sayma hakkının, laikliği yok etme hakkının, olağanüstü yönetim ve keyfilik hakkının, kul hakkının anayasası halkın anayasası olmaz.

Halkın olmayan anayasa da, o anayasanın kuralları içindeki demokrasicilik ile değil ancak direnme hakkıyla engellenebilir. Tabii sahibinin sesine direnirken sahibe direnmeyi unutmadan…