Anarken düşünmek

8 Aralık… Dost, can, yoldaş iki insan, Necdet Bulut ve Fikret Gülen bir kez daha anıldı. Anıları, emekleri, üretimleri anlatıldı. Sandalyeleri boştu, ama kadehleri doluydu. Biri “bilim”e, diğeri “kamu hizmeti”ne adanmış iki ömrün, “emeğe” ve “toplumsal savaşım”a adanmış ortak yanı, onların aramızdan ayrılış gününü de ortak kıldı.

Necdet Bulut’un yaşamına, 1978’de “karanlık bir geleceğin hazırlığındaki güçlerce yönlendirilenler” tarafından son verilmişti. O sınırsız tahakküm yanlısı güçler, emeğin, düşüncenin, bilimin ve sanatın üzerine karabasan gibi çöktüler ve baskılarını sürekli kıldılar. 24 Ocak-12 Eylül 1980 programlarını, AKP’nin on yıldır istediği gibi at koşturduğu 2010’lu yılların ilk yarısına taşıdılar.

Necdet Hoca, “ister adsız bir bilim emekçisi isterse büyük keşiflere, gelişmelere yön veren ünlü bir kişi olsun, gerçek bilim adamı, ‘ben bana sunulan bilimsel sorunlara eğilirim, onların çözümü ile ilgilenirim. Bu çalışmaların sonuçlarının nasıl kullanılacağı beni ilgilendirmez” diyebilir mi? Dese bile, bu onu yaratıcılarından olduğu kötü sonuçların sorumluluğundan kurtarır mı? Bu sorulara doğru yanıt verebilmek için bilim adamının bilimi kimler için geliştirdiğine eğilmek gerekir. Yani bilim adamının hangi sınıfların çıkarlarına hizmet ettiği sorusudur asıl yanıtlanması gereken” derken (Bilim ve Sanat Dergisi, Sayı 72, Aralık 1986), ömrün bir savaşıma nasıl adanması gerektiğinin de dersini veriyordu.

Yaşamları, toplumsal savaşımın gereği olarak birçok alanda buluşan Necdet Bulut ve 2009’da aramızdan ayrılan Fikret Gülen’i buluşturan alanlardan biri, sevgili Fikret’in meslek mensubu olarak çalıştığı Sayıştay oldu. Necdet Hoca, 1975 yılında ODTÜ Bilgisayar Merkezi’nin yönetmeni olarak Sayıştay’da “bütünleşik bilişim sistemini geliştirme” çalışmalarını yürütürken, Sayıştay Denetçileri Derneği ile ortak çabası hiç unutulmadı. Necdet Bulut’un bilişim sistemi için başlattığını, Fikret Gülen yıllar sonra “Performans Denetimi Pilot Projesi”nde ve “Performans Denetimi Grubu”nda yöneticilik göreviyle sürdürdü.

Fikret Gülen, Sayıştay’da denetçilik, Başbakanlık ve TBMM’de danışmanlık görevlerini yürütürken, Necdet Bulut’un kısa yaşamına sığdırdığı yoğun çalışma gibi, yalnızca “kamu görevliliği” ile yetinmedi. Necdet Hoca’nın “bilim adamı” için yaptığı değerlendirmeyi, O, “kamu görevlisi” için yaptı. Bildiği alanda üretmek ve karar makamına sunmakla yetinen “kalıp içindeki teknokrat” tipini reddetti. Hem üretti, hem konuştu, hem de yazdı (Fikret Gülen bibliyografyası için bkz: Mülkiye Dergisi, Sayı:267, Yaz/2010). Bunları yaparken de teknokratın, kimler için ürettiği, hangi sınıfların çıkarına hizmet ettiği sorusunu hep yanıtladı. Kararlı bir teknokratın, karar makamlarını nasıl yönlendireceğini ve olumlulaştıracağını gösterdi. Tüm bunlara karşın, egemen politikaya muhalefet etmesi gerekenlerden, kimilerinde bire bir gördüğü kararlılığı bütünsel olarak görememenin sıkıntısını hep duydu. Ama hiç pes etmedi, hastayken bile üretmeye devam etti.

Fikret Gülen, “ortaya çıkan yazılı kurallar sisteminin tümüne anlam veren, bir bütünün parçalarıdır. Sisteme can veren, kan dolaşımı ve işlerlik sağlayan ve de amaçlar bütününün çerçevesini çizen araçlar olarak ortaya çıktığından tek tek parçaları bütünden ayrı olarak ele almak ve denetim sırasında bütünü gözden kaçırmak anlamlı olmayacaktır” derken (Denetimin Demokratikleşmeye Katkısı, Mali Hukuk Dergisi, Sayı 44, Mayıs 1977), hukuka ve sistemin öngördüğü denetim anlayışına maddi yaşamdan bakmanın da ipuçlarını veriyordu. Fikret Gülen, “halkı statükonun zincirlerine vuran ”dar “denetim” anlayışına karşı şiddetle savaşırken, “gerçek denetleyici”yi de “halk” olarak tanımladı.

Necdet Bulut karanlığın tetikçilerinin kurşunlarına, Fikret Gülen kansere yenilmedi. Sermayenin ve gericiliğin sınırsız baskısına da yenilmediler. Yaşamlarında gösterdikleri toplumsal savaşım çabası ve kararlılığıyla, emeğin ve direncin simgesi oldular. Onlar gibi birçok savaşım insanını, hep güzel olan anılarıyla ve “aramızda olsalardı neler neler yaparlardı” diye düşünerek anmak güzel. Ancak onlar, düşünce insanı olmakla birlikte “eylem insanı” idiler. Bize, ömürlerini toplumsal savaşıma adayan insanları yaşatmak için, anarken düşünmenin yanına “eylemi” koymak ve “eylemde sürekliliği” sağlamak gerektiğini de öğrettiler.