Alışılmış oyunlar

“Ülkemizde parlamenter sistemin işleyişinden memnun olan var mı? Devamlı darbe üstüne darbe getiriyor” sözleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait.

“Milletin vekâletini taşıyan milletvekilleri ve senatörler Meclislerde aylardan beri hiçbir sorumluluk duymadan yalnız parti menfaat ve disiplini uğruna bu olaylara seyirci kalabilmişlerdir. İktidarların bazan ümit ederek aldıkları her tedbir muhalefetler tarafından kınanarak ve hatta memleket yararına da olsa baltalanmıştır” sözlerini de, 12 Eylül 1980 sabahı Kenan Evren söyledi.

1Evren, faşist darbenin komutanıydı, Milli Güvenlik Konseyi (MGK) Başkanı ve Devlet Başkanı oldu; 1982 Anayasası ile Cumhurbaşkanı sıfatını kazandı. Erdoğan, Başbakandı, Cumhurbaşkanı oldu; yeni anayasa ile başkanlık çabası içinde…

Evren, darbeden önceki iktidara -neoliberal düzene geçiş için 24 Ocak 1980 kararlarını alan iktidara- toz kondurmadı; Erdoğan’ın içinden geldiği AKP ile özdeş.

12 Eylül darbe yönetimi 1961 Anayasası’nı tanımadı. Bugün, 7’si AKP dönemine kadar, 10’u AKP döneminde olmak üzere 17 kez el atılan ve yüz civarında maddesi değiştirilen 1982 Anayasa’sı siyasal iktidar tarafından keyfice uygulanıyor ya da uygulanmıyor.

1980’de, yürürlükteki Anayasa’yı yok sayan MGK, kendi bildirilerine hukuk dedi, yazdıkları kanun oldu. Sonra o bildiriler ve kanunlar 1982 Anayasa’sının iskeletini oluşturdu. 2016’da AKP, şiddet kararlarına ve cuma namazı genelgesine hukuk diyor. Yeni anayasa dedikleri belge müsveddesinin iskeleti de böylece ortaya çıkıyor.

1980’lerden bu yana siyasal yönetimlerinin, devlet ve hukuk aygıtı içinde ortak özellikleri sayılamayacak kadar çok.

Devleti, “parti” gibi yönetmek; hukuk tanımazlık bir yana, fiili durumları yazıp “hukuk” diye piyasaya sürmek; ortak özellik…

Kendi düşüncelerine özgürlük tanımak, karşıtları yok saymak; ortak özellik…

Dini, toplumsal ve siyasal alana, yönetsel ilişkilere ve hukuka monte etmek; ortak özellik…

Kötüleme, karalama, yıpratma; ardından, “yeni” diye yutturulan paslı araçlarla keyfi baskı uygulamalarını devreye sokup egemenliği sürdürme konusunda da ortaklar.

Ama AKP daha becerikli...

Devleti, “yasamasız” ve “yargısız” hale getirip, parti örgütü yaptılar.

Beğenmedikleri kararları az sayıda da olsa veren yargıyı, HSYK’sı, Anayasa Mahkemesi, yüksek yargı organları, mahkemeler, yargıçlar, savcılar ve avukatlarla kötülediler, sonra da Anayasa’dan başlayarak değiştirdiler. Memnun olmadılar, kendi değiştirdiklerini değiştirdiler. Böyle giderse, Tahsin Yücel’in “Gökdelen” romanındaki “yargı özelleştirmesi” gerçek olacak.

Devlet hastaneleri, devlet okulları, devlet işletmeleri kötü dediler; özelleştirdiler, özel sektöre alan açtılar. Devleti ticarileştirdiler. Kamusal alanları sermayeye peşkeş çektiler.

Devleti polisleştirdiler. Terörle Mücadele Kanunu ile oyalanıp durdular. Hukuksuzluğu “hukuk” diye sundular; baskı ve şiddeti, ölümü o kılıfın içine yerleştirdiler.

AKP şimdi, Cumhuriyet’i toptan kötülemeye, karalamaya hız verdi. “İkinci cumhuriyet tartışmasına girilmesine gerek yok, ben hallediyorum” diyor.

Konuyu bu kadar uzatmaya da gerek yok aslında; burjuva iktidarların tavırları değişmiyor. 1990’ların yönetimleri “karşıtlık” diye gelmiş olsalar da ortak özellikler konusunda masum değiller. Gerçeklere gözleri yumup vazifeye devam edenlerin masumiyetleri,  çatlakların büyümesini engelleyemiyor. Ezilen insanlar da o çatlaklarda yitip gidiyor.

Hep aynı kötüleme oyununu oynuyorlar ve ardından, misyon yükledikleri liderlerinin koltuk altlarına yerleştirdikleri topu sahaya sürüp, seçtikleri oyuncularla ve kendi koydukları kurallarla, “yeni” diye diye maça devam ediyorlar. Sonra, tekrar kötüleme, tekrar yeniye hazırlık… Halka bırakılan alan, ya etnik ya da dinsel/mezhepsel kavga…

Sermaye, bu oyunlara karşı sessiz... Oyun ve oyuncular kendi maşaları… Düzen kendi düzenleri, siyaset kendi siyasetleri, mücadele kendi sınıf mücadeleleri… Devlet düzeni şöyle olsa da onlar yönünden bir şey değişmez, böyle olsa da…

Sermayenin sesini çıkarmadığına, düzenin muhalefet partileri hiç ses çıkarmıyor.  Bırakalım sessiz kalmayı, çatırdayan yapıya el veriyor. 7 Haziranı koruyamayarak 1 Kasım’da Cumhurbaşkanı ve AKP’ye teslim olanlar halk adına nasıl muhalefet ve denetim yapacak ki?

12 Eylül 1980 ile 2016 arasında fark yok mu? Var, 1980’de partiler yok edilmişti, şimdi varlar; ama demokrasi yanılsamasıyla…

Partiler, liderler ve hükümetler farklı olsa da, sermaye adına siyaset aynı. Seçimden seçime yakılan mumun ışığı, halka aydınlık, eşitlik, özgürlük getirmiyor; zulmü bitirmiyor; işkenceyi uzatmaktan zevk alanların ara sıra nefes arası vermesi gibi, AKP’nin ampulünün, sermayenin ayakkabısının tozunu siliyor.

Halkın ayağa kalması, sermaye sınıfının ve maşalarının siyasetine karşı örgütlenmeye ve onlardan toptan kurtulmaya bağlı.

“Yaşamak, örgütlenmektir bu yangın yerinde”.