Akrebin intiharı yanılsaması

Düzen içine yapışıp kalındığında siyaset dünyasında alışılmış sahneler yinelenir durur. Konuşulur, zaman zaman ton yükseltilir, beğeniler, alkışlar alınır; yürünür, meydanlara çıkılır; siyaset sahnesi ve partileşme hareketlenir. Ama vitrinler ya da kılıflar değişir yalnızca. Düzenin özü aynıdır, sömürü at koşturur.

Geçen hafta “anayasa oyalaması” diye attığımız başlığın devamı siyaset oyalaması, sonucu da düzen oyalamasıdır.

Yerel seçimlerden sonraki “dil değişikliği” haber ve yorumları bu oyalamanın yansıması. Birilerine göre AKP içindeki dil, birilerine göre muhalefetin dili değişiyor, siyaset hareketleniyor. 

Hareket iyidir tabii. Hareket ve tartışma yaşamı zenginleştirir. Sevgili Korkut Boratav’ın deyişiyle: “Sakinlik iyi bir şey değildir. Sakinliğin en kötüsü de ‘ölüm’ halidir”. 

Ama yanılsamalara kanma, aklın gölgelenmesine ve mücadelenin köreltilmesine karşı koyamama, boyun eğip oturma da en az hareketsizlik kadar zararlı. 

İlkesiz siyasetin renklendiricileri var, sevilir de. Nihayet harekettir. 

Örneğin seçimlerde siyasetine ve stratejisine bakılmadan güçlü ya da popüler olanın peşinden gidilir. Devirmek için verilen oylar siyaseti farklı olmayanlara gider. Oylar son ana kadar kararsızlık havuzunda tutulur, pazarlıklar sürdürülür. Parti içinden gelmeyen bir siyasetçiye, partiyle uyuşmazlıklarına karşın oy verilir. Aynı parti içinden çıkan başka partiye bel bağlanır. Lider değişikliğine umutla bakılır. 

İşin özeti, dil değişikliği siyaseti değiştirmiyor. Sermaye iktidarı devam ediyor. Paranın ve dinin saltanatı değişmiyor, sömürenler yoluna, sömürülenler ezilmeye devam ediyor. 

Düzen içi siyasetle düzenin değişeceği yanılsaması, ateşle kıstırılan akrebin kendisini sokarak intihar etmesi iddiasına inanmak gibi. Öyle sanılır ama evrim de bilim de doğrulamaz. 

Akrep çaresiz kaldığı için kendisini sokmaz, yani intihar etmez; ateşin yaydığı sıcaklığa dayanamayarak ölür.

Düzen içindekiler iç çelişki içinde rakiplerini alt edebilir ama hiçbir zaman düzeni öldürecek ateşi yakmazlar, yakamazlar. Ateşin yönetimi ve kontrolü, ateş üzerindeki söz ve karar sahipliği sermaye sınıfına aittir.  

Düzen içindekilerin karşıtlığı sınıfsal değil sınıf içidir. Dil değişikliği, kılık ya da görüntü değişikliği, kimi eylem değişiklikleri yapılır; kimi siyasetçiler değişir ya da siyaset yapılan partiler ad değiştirir; anayasa ve yasalarda, tüzük ve programlarda sözcükler değişir ama sömürücü sınıf hep egemen olmaya devam eder.

Bugün Kayseri gibi, cemaatçilikten mağdur ama AKP’nin kalesi olmaktan kurtulmayan birçok yerde AKP’lilerin kuracağı partiye umut bağlanıyor. 

Kuralları parlamento koysa, kuşku ve baskı altında olmayan yargı daha adaletli yargılama yapsa da emekçilerin sömürülmesi, ezilmesi, güvencesiz ve işsiz kalması, işçi cinayetleri önlenemez.

Özelleştirmeler hukuka uygun yapılsa da kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekilmesinin, talanın, özel mülk hırsının önüne geçilemez.

Devlet, ekonomide, toplumsal ve kültürel ilişkilerde, eğitimde, sağlıkta, istihdamda grafik kutusunu biraz yükseltse de sömürü sürer gider.

Biraz daha ileri gidilip ara sıra ücretler değişse de emek gücünün piyasada alınıp satılması değişmez, gasp edilen hakların bir bölümü verilse ya da hukuk metinlerinde haklar ve özgürlükler daha güvenceli yazılsa da gerçek eşitlik ve adalet sağlanmaz.

Akrep nasıl kendisini sokarak intihar etmiyorsa, kendi zehrine bağışıklığı varsa, sermaye sınıfı da bolca yanılsamalara başvurur, ateşi kontrolü altında tutar ve kendisini ortadan kaldırmaz.

Sevgili Volkan’ın (Algan) dünkü yazısında vurguladığı gibi “şimdi tüm bir sistem Erdoğan’ın arkasında kendisini temize çekmeye çalışıyor”. 

Herkesin kendine göre temize çekme nedenleri olabilir; “…arkasında…” sözcüğünün önüne “krizlerin, çürümenin, hukuksuzluğun, keyfiliğin, adaletsizliğin, seçim yolsuzluklarının, işlevsiz parlamentonun, güdümlü yargının” kavramları eklenebilir. “Aydınlanma ve laiklik düşmanlığının, tarikat düzeninin, gericiliğin, vahşiliğin, yobazlığın, hırsızlığın, istismarların, tecavüzlerin, cinayetlerin, katliamların, savaş suçlarının” kavramları gibi birçok ekleme yapılabilir. “İslam bu değil”, “milliyetçilik bu değil” de arkasında temize çekme yarışına girilenlerden olabilir.

Peki, yakınılan, sorun alanı olarak görülen birçok kişi, kurum ya da durum yıllarca herkesin gözü önünde meşrulaştırılmadı mı?

İlerlemeci ve aydınlanmacı cumhuriyetin tüm nitelikleriyle birlikte yüzyıla yaklaşırken içine düştüğü batak yalnızca gericilikle ya da uyumlu islamla açıklanabilir mi? 

Gerçeğin analizini yapamayanların, sorumluluğu sömürücü sınıfta aramayanların, sınıfsal karşıtlığı unutanların uzlaşmacı tavırları ne olacak? 

Asıl sorun düzen içi sapmalar, zaaflar ve çürümeler değil ki… Hepsinin oluşmasına yol açan kapitalizm, emperyalizm… Bütünüyle sömürü düzeni dururken, birilerinin ya da bir şeylerin arkasında temize çekme nasıl olacak? 

Sözcüklere dikkat: “temize çekme”… Yani düzen içinde yineleme, iç çelişkileri ya da pürüzleri gidermekle teselli bulma.

Düzen içinin beyaz sayfası sanılanların hepsi kara aslında. Kapkaralar karalar üzerine temize çekiliyor.    

Düzen siyasetinin dil ve taktik değiştirmesinin sınırı sermaye sınıfının duvarıyla çevrili. O duvarı ve düzeni ne akrebin intiharı yanılsamasına kapılıp uyuşmacı ittifaktan kopamayanlar ne de akrep gibi “korkak bir karanlık içinde” olanlar yıkıp atabilir.