AKP'nin hukuku

Öyle olaylar yaşanıyor ki, AKP ve hukuk sözcükleri yan yana geldiğinde, çok yönlü ve farklı yorumların yapılması kaçınılmaz hale geliyor. AKP iktidarında hukukla ve yargıyla öyle oynandı ki bununla da yetinilmedi, kimi kuralların uygulanması ihmal edilirken, aynı hukuk kuralı benzer olaylara öyle farklı uygulandı ki, yapılan her değerlendirme yerine oturuyor, ayrık kalmıyor.

Bir yandan, AKP ile demokrasi arasındaki doku uyuşmazlığı gibi, AKP ile hukuk arasında da doku uyuşmazlığı olduğu belirtilirken, AKP dönemine, hukuk devleti yerine kanun devleti (son dönemde KHK devleti) denilmesi de yaygınlaşıyor. Biraz daha farklı bakarak, “ne hukuk, ne kanun, asıl olan hukuksuzluk AKP hukuku yanılsamadır, hukuk yoktur” diyenler de çoğalıyor. Her şeye karşın, AKP’den umudu kesmeyen, AKP’nin yeni anayasasıyla güzel günler bekleyenler de var.

Bu görüşler, AKP’nin yaptıklarıyla, burjuva demokrasisini ya da sosyal demokrasiyi benimseyen ülkelerdeki “hukukun evrensel ilkelerini” ya da İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarını karşılaştırarak oluşan kimi farklılıklardan ya da sapmalardan kaynaklanıyor.

Ancak, başkalarının koyduğu kurallara bağlı kalınarak hukuku özne kabul eden böylesine kolay ve basit karşılaştırma ve yaklaşımlarla yetinilmemesi gerekiyor.

Hukuka, yalnızca yürürlükteki pozitif hukuk kuralları ile bakılamayacağı, kuralların nasıl oluştuğunun ve neden kaynaklandığının tanımlanması, toplumsal ilişkiler ve kural koyucular ile birlikte değerlendirme yapılması gerektiği, kural koyuculuğun ise biçimsel bir “kurumsal üretim biçimi” olmadığı açıktır. Kurumsal üretim biçimi, olağan şekilde, seçimle gelen yasama organını işaret etse de, güçlü yürütme dönemlerinde yürütme organının yasama organını işlevsiz hale getirdiği 12 Eylül 1980 örneğinde olduğu gibi, kural koyuculuğun 5 generalin eline geçtiği, MGK bildirilerinin hukuk kabul edildiği de unutulmamalıdır. Biçimsel kural koyucuları ve onların yürürlüğe koyduğu kuralları yönlendiren ve etkileyen unsurlar görülmeden, toplumsal ilişkiler ve hukuk arasındaki bağlantı görülemez ve hukuk üzerine yapılan değerlendirilmeler gerçeği yansıtmaz hep yanıltır ve aynı zamanda da kural koyucu gücü korur.

Hukukun, bir üst yapı kurumu olduğu ve üretim ilişkilerine, toplumsal ilişkilere göre şekillendiği göz önünde bulundurulduğunda, AKP ile hukuk arasında doku uyuşmazlığı sorunu olmadığı tam tersine AKP’nin, hukuku, asıl olarak kapitalizme, bağlı olarak da gerici ve uyumlu bir toplumsal yaşam tarzına uygun olarak tam da yerinde kullandığı açık ve net şekilde ortaya çıkıyor.

AKP’nin hukukunun 24 Ocak 1980 kararlarına imza atan yönetimin, 12 Eylül 1980 darbe yönetiminin, tek parti iktidarı ANAP’ın, koalisyon dönemlerindeki Dünya Bankası ve IMF destekli siyasal yönetimlerin (ve Kemal Derviş dış destekli dönemin) hukukundan farklı değerlendirilmemesi gerekir. Hepsinin ortak özelliği, “uluslararası sermayeye bağlı” çok yönlü dönüşümün sağlanmasıdır. Eğer bir fark varsa, 2000’li yılların koşullarından, yeni sömürgecilik politikalarından ve buna bağlı olarak AKP’nin toplumun yaşam tarzına gerici el atmasından kaynaklanmaktadır. Kapitalizmin geldiği ve getirmek istediği yer, programladığı “zaman-mekân” oyunları, AKP’nin politika ve uygulamalarının da belirleyicisidir.

Yaşama hukukla bakmayı öne çıkaran her dönemde olduğu gibi, AKP döneminde de kural koyucu yaklaşım benimsetilerek, bir yandan hukuka özel bir misyon yükletilmiş, asıl olarak da toplumsal gerçekçilik, eşitsizlik ve adaletsizlik hukukla perdelenmiştir. Hukuk, bir yandan kapitalizmin gereklerine uygun üretim ilişkileri ve kapitalizmle uyumlu yaşam tarzı için “çıkar amaçlı” kullanılırken, diğer yandan “baskı aracı” olarak kullanılmıştır kullanılmaya devam etmektedir.

AKP hukukunun gerçeği ekonomi politiğindedir. Sermaye yanlısı, emekçi düşmanı yasalar, işçilerin şantiye çadırlarında diri diri yanmasının nedenleri, kesintili eğitim sisteminin kayıtsız koşulsuz çıkarılma girişimleri, laikliğin ihlali, eğitim ve sağlıkta piyasalaştırma, adaletsiz ve dengesiz vergi yükü, kamu kaynaklarının sermayeye aktarılması, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması, özelleştirme, insanlık suçuna rağmen zamanaşımına uğratılan Sivas katliamı… Hepsi hukukun ekonomi politiğinde yerini bulur. Yeni anayasa girişimleri de aynı zemin üzerine oturur.

Hukukun, ekonomik ve siyasal “yapı”dan nasıl etkilendiği, bu hukuku uygulayan ve yorumlayanların da aynı çekim alanının içine girdiği birçok örnekte görülmüştür ama Sivas davasının zamanaşımı kararıyla katmer katmer kanıtlanmıştır. Anayasa dahil, çok yönlü operasyonun yapıldığı “güdümlü yargısına” bile güvenemeyen zihniyet, HSYK Başkanvekili sıfatıyla, karardan önce televizyona çıkarak görüşünü dikte ettirmeyi bile ihmal etmemiştir.

Kapitalizm, bir yandan uluslararası hukuku da devreye sokarak, “ulus devlet” kurallarını devre dışı bırakacak yolları kullanırken, diğer yandan geniş ve sınır tanımaz ilişki ağındaki bütünlüğün en önemli parçası olan ve özellikle “kriz”den sonra önemi artan devletin ve onun aracığıyla iç hukukun rolüne de hep önem vermiştir. AKP, hem bu bütünlüğün sağlanmasında, hem de toplumun dönüştürülmesinde rolünü gerektiği gibi oynamaktadır. Güçlü yürütme, işlevsiz yasama, hukuk ve yargıdaki başkalaştırma yollarıyla “devletin alt kümeleriyle” oynanması yanında, toplumu gerici yaşam tarzına iten kural ve uygulamalar bu rolün en önemli araçlarıdır.

Hedef çok açıktır: uyumlu toplum içinde, tüm kaynaklar ve iktidar sermayeye… Aynı hedef için, kural koyucu süreçte verilemeyen savaşımın, pozitif hukuk kurallarına karşı verilememesinin önlemleri de yargı operasyonuyla alınmış yargı, “kapitalizmin olmazsa olmazı” haline getirilmiştir. Bu hedef, AKP’nin hukukunu, “demokratik, laik, sosyal ve evrensel” hukuk ilkeleri sınırına çekme uğraşı ile sınıfsal savaşım arasındaki yol haritasının çizilmesinde de belirleyici olacaktır.